Cevap dilekçesi vermeyen eş, ıslahla yoksulluk nafakası talep edebilir mi?

31 min read

HMK’nın 128. maddesiyle “Süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır.” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Bu hâlde, ispat yükü tamamen davacıya düşmekle davacı, dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaları ispat etmek zorundadır.

Yabancı mahkeme kararının tanınmasıyla birlikte boşanmaya sebep olan olaylara yönelik kusur durumu kesin delil olup tarafların boşanmalarına esas kararda yer alan kusur belirlemesi gözetilerek karar verilmelidir.

5718 sayılı MÖHUK’un “Tenfiz kararı” başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrası ile “Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır,…” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Aynı Kanun’un “Tanıma” başlıklı 58. maddesi ile de “(1) Yabancı mahkeme ilâmının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı ilâmın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlıdır. Tanımada 54 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uygulanmaz. (2) İhtilâfsız kaza kararlarının tanınması da aynı hükme tâbidir. (3)Yabancı mahkeme ilâmına dayanılarak Türkiye’de idarî bir işlemin yapılmasında da aynı usul uygulanır.” denilerek, yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesini, yabancı ilamın tenfiz şartlarını taşıdığının Türk Mahkemelerince tespit edilmesi şartına bağlanmıştır. Yabancı mahkeme ilamının kesin hüküm veya kesin delil etkisi, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edecektir (MÖHUK m. 59). Türk Hukuku’nda tenfizin etkisi; yabancı mahkeme ilamına “kararın kesin delil veya kesin hüküm etkisi (tanınması) yaratması ve icra edilebilirlik niteliği kazandırması” olmak üzere iki şekilde kendini göstermektedir

Boşanma kararının kesinleşmesinden sonra varlığı anlaşılan vakıa nedeniyle açılan dava, boşanma davasının feri niteliğindeki manevi tazminat davası olarak kabul edilemeyeceğinden, haksız eylemden kaynaklanan manevi tazminat davası olarak Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmelidir.

Boşanma kararının kesinleşmesinden sonra varlığı anlaşılan vakıa nedeniyle açılan dava, TMK’nın 178 ve 174/2 maddeleri uyarınca boşanma davasının feri niteliğindeki manevi tazminat davası olarak kabul edilemeyeceğinden dava haksız eylemden kaynaklanan manevi tazminat olarak görülmelidir.

Maddi tazminatın ön koşulu, talep edenin boşanma yüzünden mevcut veya beklenen menfaatlerinin zedelenmesi, boşanma ve maddi zarar arasında nedensellik bağının bulunmasıdır.

Türk Medeni Kanunu’nun “Maddi ve manevi tazminat” başlıklı 174. maddesinin 1. fıkrası; “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. ” hükmünü içermektedir.