Ara kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir mi?

ÖZET;

✏️ Somut olaya gelince; ilk derece mahkemesince 25.05.2017 tarihinde karar verildikten sonra davacılar vekilince süresinde gerekçeli istinaf dilekçesi ile istinaf yoluna başvurulduğu, davalılar vekilinin ise kararın tefhiminden sonra 29.05.2017 tarihinde süre tutum dilekçesi verdiği, aynı gün istinaf harçlarını yatırdığı, gerekçeli kararın 09.06.2017 tarihinde tebliğinden itibaren ise sekiz günlük süre içinde gerekçeli istinaf dilekçesi vermediği, istinaf nedenlerini belirtir dilekçeyi 20.07.2017 tarihinde 8 günlük süre geçtikten sonra sunduğu, Bölge Adliye Mahkemesince davalılar vekilinin istinaf nedenlerini süresi içinde bildirmediğinden HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden inceleme yapılarak istinaf başvurusunun esastan reddedildiği görülmüştür.


✏️ Somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgulara göre; ilk derece mahkemesi kararında hükme ilişkin tüm hususların gerekçeli karar ile birlikte açıklanmış olduğu, istinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başladığı, davalılar vekilinin hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı Kanun’daki gerekçeli kararın tebliğinden itibaren sekiz günlük sürede istinaf nedenlerini belirtir dilekçe vermediği dikkate alındığında; Bölge Adliye Mahkemesi tarafından davalılar vekilinin süresinden sonra sunduğu gerekçeli istinaf dilekçesine değer verilmeyerek HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden incelenmesi gerektiği belirtilerek verilen direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır.
  • HMK’nın 341. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Görüldüğü üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın esasını çözen nihai kararlar yanında usuli nihai kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvuru mümkün olduğu gibi, geçici hukuki koruma tedbirlerinden olan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi veya bu taleplerin kabulü hâlinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı da istinaf başvurusu yapılabilecektir.
  • Kanun’un 341. maddesinin devam eden fıkralarında ise hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiştir.
  • 6100 sayılı Kanun’un ”İstinaf dilekçesi” kenar başlıklı 342. maddesi ise;
  • (2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
  • a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.
  • b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.
  • c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.
  • ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.
  • d) Kararın özeti.
  • e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.
  • f) Talep sonucu.
  • g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası.
  • (3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır.” düzenlemesini içermektedir.
  • Aynı Kanun’un 355. maddesinde “İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.” düzenlemesi mevcut olup, Bölge Adliye Mahkemelerinin daha etkin ve nitelikli çalışmaları bakımından istinaf dilekçelerinin istinaf nedenlerini içermesi zorunluluğu getirilmiştir.
  • Bu sebeple istinaf sebeplerinin yeterince açık ve tam gerekçeleri ile ortaya konulması gerekir. Bu şekilde sebebi tam olarak belirtilmemiş dilekçelerle yapılan başvuruları Bölge Adliye Mahkemesinin sadece kamu düzenine aykırılık yönünden incelemesi, bunun dışında bir incelemeye tâbi tutmaması gerekir (Pekcanıtez Usul, Medeni Usul Hukuku Cilt III, İstanbul 2017, s.2223).
  • Kanun’un açık hükmü gereğince, eğer istinaf dilekçesinde, istinaf sebebi belirtilmemişse o husus istinaf sebebi olarak dikkate alınmamalıdır. Çünkü taraflarca getirilme ilkesi (m. 25) istinaf aşamasında da kural olarak geçerlidir (Pekcanıtez, s.2214).

Karar İçeriği

Hukuk Genel Kurulu         

2020/21 E.  ,  2021/300 K.


“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi



1. Taraflar arasındaki “iş kazasından kaynaklanan maddi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince taraf vekillerinin istinaf istemlerinin davacı yönünden kabulüne davalılar yönünden esastan reddine dair verilen karar, davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin murisi …’un 19.05.2008 tarihinde davalılardan … ve Traverten San. Tic. Ltd. Şti. tarafından işletilen mermer ocağında çalışırken mermer bloğun üzerine devrilmesiyle iki mermer blok arasında kalarak yaşamını yitirdiğini, meydana gelen kazada murisin kusurunun bulunmadığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla murisin eşi davacı … için 2.000 TL, çocukları Faize ve… için 500’er TL ile kaza tarihinde cenin olup 16.06.2008 tarihinde dünyaya gelen Berivan Durğut için 500,00TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalılardan tahsilini talep etmiştir.
5. Davacılar vekili 23.02.2017 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat taleplerini davacılardan … için 175.209,55TL, Berivan Durğut için 45.319,53TL, … Durğut için 19.039,41TL, … için 2.405,28TL’ye yükseltmiştir.
Davalı Cevabı:
6. Davalılar …. ve … vekili cevap dilekçesinde; davanın yetkisiz mahkemede açıldığını, müvekkillerinin iş güvenliği mevzuatına aykırı davranışı bulunmadığını, kazanın meydana gelmesine kazazede işçinin dikkatsizliği ve kusurunun neden olduğunu, zararlandırıcı sigorta olayıyla ilgili Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından Uşak İş Mahkemesinde açılan rücuen tazminat davasının sonucunun beklenmesi gerektiğini, kaza nedeniyle davacılara bağlanan gelirin peşin sermaye değeri ile müvekkili tarafından yapılan ödemenin maddi tazminat miktarından mahsubu ile maddi zarar tespit edildiği takdirde bundan hakkaniyete uygun bir indirim yapılması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
7. Uşak 2. İş Mahkemesinin 25.05.2017 tarihli ve 2015/28 E., 2017/46 K. sayılı kararı ile; kusur ve tazminat hesabına ilişkin bilirkişi raporları esas alınarak, meydana gelen kazada müteveffa …’un %25, davalı işveren şirketin % 70, davalı şantiye şefi …’nın %5 oranında kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile davacı … için 175.209,55 TL, davacı Berivan için 45.319,53 TL, davacı … için 19.039,41 TL, davacı … için 2.405,28 TL maddi tazminatın davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
8. Uşak 2. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı taraf vekillerince süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
9. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 31.05.2018 tarihli ve 2017/1505 E., 2018/873 K. sayılı kararı ile; davalılar vekilinin başvurusu yönünden ilk derece mahkemesinin kısa kararını 25.05.2017 tarihinde taraf vekillerinin katıldığı duruşmada açıkladığı, davalılar vekilince 29.05.2017 tarihinde verilen süre tutum dilekçesinde kararın eksik inceleme sonucu verildiği, gerekçeli kararın tebliği sonrasında ayrıntılı istinaf dilekçesi verileceğinin belirtildiği, gerekçeli kararın 09.06.2017 tarihinde tebliğ edildiği ancak 20.07.2017 tarihinde yasal süre geçtikten sonra gerekçeli istinaf dilekçesi sunulduğu, kaldı ki eksik inceleme ile karar verilmediği, bu nedenle davalılar vekili tarafından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun/HMK) 352.maddesi gereğince gerekçeli istinaf dilekçesi yasal süresinde sunulmadığından, süre tutum dilekçesinde de istinaf kanun yoluna başvuru sebepleri ile gerekçeleri gösterilmediğinden istinaf başvurusunun esastan reddine; davacılar vekilinin başvurusu yönünden ise dava konusu iş kazasının 19.05.2008 tarihinde meydana geldiği, dava ve ıslah dilekçelerinde maddi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle tahsilinin talep edildiği, mahkemece maddi tazminat isteminin tamamı için olay tarihi olan 19.05.2008 tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerekirken yanılgı ile dava ve ıslah edilen miktar ile ıslah tarihi gözetilerek faiz başlangıç tarihleri ile faiz türünün belirlenmesinin hatalı olduğu, bu yöndeki davacılar vekilinin istinaf başvurusunun yerinde olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulüne karar verilerek ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak faiz yönünden hüküm düzeltilerek yeniden karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
10. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 20.05.2019 tarihli ve 2018/6514 E., 2019/3874 K. sayılı kararı ile; “..Dava, sigortalının iş kazası sonucu vefatı nedeniyle sigortalının yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Bölge Adliye Mahkemesince davacıların gerekçeli istinaf istemleri hakkında esasa girerek karar verildiği halde; davalılar vekillerinin gerekçeli istinaf dilekçesinin yasal süre içerisinde verilmediği belirtilerek süre tutum dilekçesindeki sebeplerle bağlı inceleme yapılmış ve davalıların istinaf başvurularının esastan reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
Bilindiği üzere yerel mahkemenin karar tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 8/2.maddesine “İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür”. Aynı Kanunun 15. maddesine göre ise bu Kanunda açıklık bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Kanunun hükümleri uygulanacağına işaret edilmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre ise kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).
Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un 8.maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal“ olarak anlaşılması zorunludur.
Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veye gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir.
Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.
Nitekim davacı ve davalı vekilinin kararın tefhiminden itibaren yasal süresi içerisinde sundukları istinaf yoluna başvurularına dair süre tutum dilekçeleri ile kararı istinaf ettiklerini beyan ettikleri anlaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19/09/2018 tarih ve 2018/9-584 E- 2018/1332 K sayılı ilamında da belirtildiği üzere;
1982 Anayasasının “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi uyarınca, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse AİHS düzenlemelerine koşut olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27’nci maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.
HMK’nın 27’nci maddesi uyarınca;
“(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir”.
Hukuki dinlenilme hakkı çoğunlukla “iddia ve savunma hakkı” olarak bilinmektedir. Ancak bu hak iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı” dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.
Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum “silahların eşitliği ilkesi” olarak da ifade edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesinin birinci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine AİHS’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından da önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi”dir. Bu değerlendirmenin de karar gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK’nın gerekçesi m. 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenip diğerinin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
Bu açıklamalar doğrultusunda somut olayda, davacı ve davalı vekillerinin süre tutum dilekçeleri ile süresi içerisinde yasa yoluna başvurdukları, Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf incemesini yaptığı 31/05/2018 tarihi itibariyle dosya içerisinde bulunan ve davalılar veriline yerel mahkeme kararının tebliğinden itibaren makul süre içerisinde dosyaya sunulduğu anlaşılan, davalıların istinaf başvursunun gerekçelerini içeren 20/07/2017 tarihli dilekçesinin “hukuki dinlenilme hakkı” kapsamında incelenmek suretiyle, davalıların gerekçeli istinaf dilekçesindeki sebepler yönünden de bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davalılar yönünden süre tutum dilekçesindeki sebeplerle bağlı olarak karar verilmesi hatalı olmuştur.
O halde, davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları ile 6100 sayılı HMK’nun 371/1-ç maddesi gereğince Karara etki eden yargılama eksiklikleri gözetilerek, bu aşamada temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır..” gerekçesi ile kararın bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
12. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 23.10.2019 tarihli ve 2019/1778 E., 2019/1246 K. sayılı kararı ile; HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf incelemesinin kapsamının istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olduğu, re’sen gözetilecek hususların ise kamu düzenine aykırılık hallerinde söz konusu olacağı, istinafa konu karar tarihinde yürürlükte olan 5521 sayılı İş Mahkemleri Kanunu’nun (5521 sayılı Kanun) 8. maddesi uyarınca istinaf yoluna başvurma süresinin, karar yüze karşı verilmişse nihai kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmişse tebliği tarihinden itibaren sekiz gün olarak belirlendiği, HMK’nın 321. maddesi uyarınca kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması gerektiği, hükmün tefhim edildiği kısa kararda hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanmamış olması durumunda istinaf süresinin gerekçeli kararın tebliği ile başlayacağı, yasal düzenlemeler dikkate alındığında istinaf sebeplerinin belirtildiği dilekçenin istinaf başvuru süresi içinde verilmesi gerektiği, süresinden sonra verilen dilekçelerde belirtilen sebeplerin dikkate alınamayacağı, somut olayda davalılar vekilinin yüzüne karşı tefhim edilen 25.05.2017 tarihli kısa karardan sonra 29.05.2017 tarihinde istinaf dilekçesinin süre tutum şeklinde verildiği, açık bir istinaf sebebi belirtilmediği öte yandan gerekçeli kararın 09.06.2017 tarihinde tebliğine rağmen sekiz günlük istinaf başvuru süresi içinde gerekçeli istinaf dilekçesi sunulmadığı, ilk derece mahkemesince yapılan yargılama ve karar ile ilgili kamu düzenine aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle davalılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne karar verilerek önceki kararda direnilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilk derece mahkemesi kararının tefhimi üzerine süre tutum dilekçesi ile istinaf yoluna başvurulan eldeki davada; gerekçeli istinaf dilekçesinin ilk derece mahkemesi kararının tebliğinden itibaren 8 günlük istinaf süresi geçtikten sonra sunulduğu gözetildiğinde gerekçeli istinaf dilekçesinin makul sürede verildiğinin kabul edilip edilemeyeceği ve buradan varılacak sonuca göre 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun (HMK) 355. maddesine göre yapılan istinaf incelemesinde dikkate alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
15. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş ve Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.
16. HMK’nın 341. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Görüldüğü üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın esasını çözen nihai kararlar yanında usuli nihai kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvuru mümkün olduğu gibi, geçici hukuki koruma tedbirlerinden olan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi veya bu taleplerin kabulü hâlinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı da istinaf başvurusu yapılabilecektir. Kanun’un 341. maddesinin devam eden fıkralarında ise hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiştir.
17. 6100 sayılı Kanun’un ”İstinaf dilekçesi” kenar başlıklı 342. maddesi ise;
(2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.
b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.
c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.
ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.
d) Kararın özeti.
e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.
f) Talep sonucu.
g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası.
(3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır.” düzenlemesini içermektedir.
18. Aynı Kanun’un 355. maddesinde “İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.” düzenlemesi mevcut olup, Bölge Adliye Mahkemelerinin daha etkin ve nitelikli çalışmaları bakımından istinaf dilekçelerinin istinaf nedenlerini içermesi zorunluluğu getirilmiştir.
19. Bu sebeple istinaf sebeplerinin yeterince açık ve tam gerekçeleri ile ortaya konulması gerekir. Bu şekilde sebebi tam olarak belirtilmemiş dilekçelerle yapılan başvuruları Bölge Adliye Mahkemesinin sadece kamu düzenine aykırılık yönünden incelemesi, bunun dışında bir incelemeye tâbi tutmaması gerekir (Pekcanıtez Usul, Medeni Usul Hukuku Cilt III, İstanbul 2017, s.2223).
20. Kanun’un açık hükmü gereğince, eğer istinaf dilekçesinde, istinaf sebebi belirtilmemişse o husus istinaf sebebi olarak dikkate alınmamalıdır. Çünkü taraflarca getirilme ilkesi (m. 25) istinaf aşamasında da kural olarak geçerlidir (Pekcanıtez, s.2214).
21. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrası ise; “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklindedir.
23. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir [Anayasa Mahkemesinin (AYM) 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K. sayılı kararı]. Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26.3.2013, § 22).
24. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7.11.2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
25. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K.).
26. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Alper Aldemir, B. No: 2014/4987, 09.06.2016, § 32).
27. HMK’nın ”Başvuru süresi” kenar başlıklı 345. maddesinde ”İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.” düzenlemesi ile hangi süre içinde bu yola gidilebileceği açıkça düzenlenmiştir.
28. Özel Kanun niteliğinde olan ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 30.01.1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu’nun 02.03.2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile değişik 8. maddesi ise:
“İş mahkemelerince verilen nihai kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Şu kadar ki, para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararlar hariç, miktar veya değeri üç bin Türk lirasını geçmeyen davalar hakkındaki nihai kararlar kesindir.
İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihai kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.
Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilmeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını geçen davalar hakkındaki nihai karalara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir.” düzenlemesini içermekte olup iş yargılamasının daha kısa sürede tamamlanması amacıyla temyiz süresi sekiz gün olarak kısa tutulmuştur.
29. Burada tefhimden anlaşılması gereken, kısa kararın taraflara tefhimi değil; gerekçeli ve tam olarak kararın tefhimidir. Bu sebeple mahkemece hüküm duruşmasında karar, gerekçesi ve tüm unsurlarıyla birlikte tam olarak açıklanmışsa süre bu andan, değilse ka­rarın tüm unsurlarıyla tebliğinden itibaren başlamalıdır. Aksinin kabulü halinde, sadece alenileşmiş, ancak bütün unsurlarıyla ortaya konulmayan gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı kanun yoluna başvurmak ve gerekçe oluşturmak gibi hem mantığa hem de hukuka uygun olmayan bir sonuç ortaya çıkacaktır (Pekcanıtez, s.2219-2220).
30. 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanacağı; 15. maddesinde ise bu Kanunda açıklık olmayan hâllerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve 450. maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu yürürlükten kaldıran HMK’nın 447/1. maddesi uyarınca diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanun’daki basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanacağından artık iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.
31. Basit yargılama usulüne ilişkin hükümlerin düzenlendiği HMK’nın Altıncı Kısmında yer alan “Hüküm” başlıklı 321. maddesinde;
“Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.
Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.” hükmü yer almaktadır.
32. HMK’nın 321. maddesindeki “hükme ilişkin tüm hususlar”dan kastedilen HMK’nın 297. maddesindeki unsurlardır. Buna göre; mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.
33. HMK’nın 322. maddesi atfı ile uygulanmakta olan HMK’nın 297. maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre; mahkeme, gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK’nın 321. maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.
34. Kararın hukuken sonuç doğurması için tefhim edilmesi yeterli ise de, ayrıca tebliğ edilmesi de gerekir. Çünkü kararın kesinleşmesi ve karara karşı kanun yollarına başvurulabilmesi için tebliğ şarttır (m. 345/1, 361/1) (Pekcanıtez, s.1997).
35. Ancak ilk derece mahkemelerinin tefhim edilen kısa kararında 6100 sayılı Kanun’un 321. maddesi anlamında gerekçe bulunmamasına rağmen kanun yoluna başvurma süresini kaçırmak istemeyen taraflar, gerekçeli kararın açıklanmasını beklemeden kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan dilekçeler sunmakta olup anılan dilekçeler uygulamada “süre tutum dilekçesi” olarak adlandırılmaktadır.
36. Bu durumda süre tutum dilekçesi vermenin temyiz süresine etkisi olup olmadığı incelenmelidir.
37. Bu bağlamda öncelikle yasada öngörülen süreler, bunların yargılamaya etkisi ve yargısal uygulamanın irdelenmesi gereklidir.
38. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde istenen sonuca en kısa zamanda ulaşılması için mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile de kanuni bir değer kazanan bu zaman aralıklarına “süre” denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, insiyatifine bırakılmamış olmaktadır.
39. Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla, kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.
40. Şu hâlde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.
41. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un “Sürelerin belirlenmesi” kenar başlıklı 90. maddesi; “Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez. Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeple artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.” şeklinde düzenlenmiştir.
42. Aynı Kanun’un “Sürelerin başlaması” kenar başlıklı 91. maddesi ise “Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar.” hükmünü içermektedir.
43. Yukarıda da belirtildiği üzere hâkim tarafından sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. HMK’nın “kesin süre” başlıklı 94. maddesinin birinci fıkrasında “Kanun’un belirlediği süreler kesindir.” denilmek suretiyle bu hususa vurgu yapılmıştır. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ise “Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar.” hükmü düzenlenmiştir.
44. Kesin sürenin kaçırılması hâlinde, bundan böyle o usûl işleminin yapılması mümkün değildir. Kesin sürenin üzerinden az veya çok süre geçmesi, sonucu değiştir­mez. Aksi takdirde, kesin süre ile kesin olmayan süre arasındaki ayırım ortadan kalkar (Pekcanıtez, s.467).
45. Kanun yoluna başvuru süreleri de hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün olmayan kesin sürelerdendir ve resen gözetilmesi gerekir. Kesin sürelerin her olayda ve davanın her iki tarafı için de aynı şekilde uygulanması gerekmektedir. Kanun’da, kanun yoluna başvuru sürelerinin arttırılabileceğine ilişkin istisnai bir düzenleme ve imkan da yer almamaktadır. Kanun yollarına başvuru için kesin süre söz konusu olduğundan “makul süre” kavramından da bahsedilmemiştir.
46. Zira Kanun’un taraflara tanıdığı süreler kamu düzenindendir (Pekcanıtez, s.454).
47. Anılan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere; süre tutum dilekçesi verilmesinin istinaf başvurusu yapma süresine etki edeceği, süreyi durduracağı veya muhafaza edeceğiyle ilgili 5521 sayılı Kanun’da ve HMK’da bir hüküm bulunmamaktadır.
48. Bir dilekçe ile kanûni sürenin tutulması veya korunması söz konusu olamaz. Böyle bir durumda iki ihtimal mevcuttur; ya süre henüz başlamamıştır, o zaman zaten işleyen bir süre olmadığından, o sürenin tutulması veya muhafazası için bir işleme zorlamaya gerek yoktur ya da süre işlemeye başlamıştır, o zaman da zaten bir şekilde sürenin tutulması veya muhafazası bir ön dilekçe verilerek sağlanamaz süresinde işlem yapılmalıdır, aksi hâlde hak düşer (Özekes; Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan, Ankara 2009, s.381-396, s.390).
49. Uygulamada yapıldığı üzere, kısa karara karşı süre tutum dilekçesi adı altında içeriği olmayan bir dilekçe verip ardından ayrıntılı bir dilekçe vermek ise kanunî temeli ve düzenlemesi olmayan, ayrıca hukuka da açıkça aykırı bir durumdur (Pekcanıtez, s.2220).
50. Hukuk Genel Kurulunun 01.10.2003 tarihli, 2003/13-581E., 2003/527K., sayılı kararında da “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 435/2. maddesindeki, temyiz sebeplerinin, temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içerisinde verilecek başka bir dilekçeyle bildirilmesine olanak tanıyan hüküm, 2494 sayılı Yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Böylece, uygulamada ‘müddeti muhafaza’ olarak adlandırılmış olan müessese de ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla, hukuk yargılamasında, süre tutum müessesesi mevcut değildir” şeklindeki tespit ve değerlendirmelerde bulunularak süre tutum müessesinin yer almadığına vurgu yapılmıştır.
51. İstinaf yoluna başvuru için süre tutum dilekçesi verilmesi, süre tutum dilekçesini veren açısından istinaf nedenlerini belirtir dilekçesini verebilmesi için sekiz günlük istinaf yolu süresi sonrasına süre tanındığı anlamına gelmeyeceği gibi, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren sekiz günlük süre sonrasının “makul süre” olarak değerlendirilerek her duruma göre değişen, belirlisiz bir kavramın kabulü ile tarafların yargılama sürecini öngörebilme haklarının ellerinden alınması da kabul edilebilir değildir.
52. Bu durum yukarıda tarif edilen hukuki belirlilik ve hukuki güvenlik ilkelerine de aykırıdır.
53. Anayasa Mahkemesi de süre tutum dilekçesi sonrası gerekçeli kararın tebliğinden itibaren istinaf nedenlerinin süresi içinde bildirilmemesi durumunda kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan süre tutum dilekçesinin ilgili yargı yerine verilmesinden sonra bu dilekçenin kişinin iradesine bırakılmadan belirli bir süre içinde verilmesi gerektiği şeklinde derece mahkemeleri yorumunun aşırı şekilci (katı) olmadığı gibi mahkemeye erişimi aşırı derece zorlaştırmadığı ya da imkânsız hâle getirmediğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Anayasa Mahkemesinin 29.04.2018 tarih 2017/29989 başvuru numaralı, 14.6.2018-30451 R.G. tarih ve sayılı kararı).
54. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 25.11.2020 tarihli, 2019/10(21)-405 E., 2020/949 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
55. Somut olaya gelince; ilk derece mahkemesince 25.05.2017 tarihinde karar verildikten sonra davacılar vekilince süresinde gerekçeli istinaf dilekçesi ile istinaf yoluna başvurulduğu, davalılar vekilinin ise kararın tefhiminden sonra 29.05.2017 tarihinde süre tutum dilekçesi verdiği, aynı gün istinaf harçlarını yatırdığı, gerekçeli kararın 09.06.2017 tarihinde tebliğinden itibaren ise sekiz günlük süre içinde gerekçeli istinaf dilekçesi vermediği, istinaf nedenlerini belirtir dilekçeyi 20.07.2017 tarihinde 8 günlük süre geçtikten sonra sunduğu, Bölge Adliye Mahkemesince davalılar vekilinin istinaf nedenlerini süresi içinde bildirmediğinden HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden inceleme yapılarak istinaf başvurusunun esastan reddedildiği görülmüştür.
56. Şu durumda yukarıda yapılan açıklamalar ile somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgulara göre; ilk derece mahkemesi kararında hükme ilişkin tüm hususların gerekçeli karar ile birlikte açıklanmış olduğu, istinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başladığı, davalılar vekilinin hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı Kanun’daki gerekçeli kararın tebliğinden itibaren sekiz günlük sürede istinaf nedenlerini belirtir dilekçe vermediği dikkate alındığında; Bölge Adliye Mahkemesi tarafından davalılar vekilinin süresinden sonra sunduğu gerekçeli istinaf dilekçesine değer verilmeyerek HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden incelenmesi gerektiği belirtilerek verilen direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır.
57. Ne var ki, Özel Daire Bölge Adliye Mahkemesi kararını istinaf yoluna başvuru süresi yönünden incelemiş, ancak davalılar vekilinin Bölge Adliye Mahkemesinin 31.05.2018 tarihli kararına yönelik temyiz itirazları ile temyiz aşamasında Özel dairece incelenmeyen temyiz itirazları kamu düzeni yönünden incelenmemiştir. Bu nedenle dosyanın bu hususlara yönelik inceleme yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun bulunduğundan davalılar vekilinin 31.05.2018 tarihli Bölge Adliye Mahkemesi kararına yönelik temyiz itirazları ile Özel Dairece incelenmeyen temyiz itirazlarının kamu düzenine yönelik olarak incelenmesi için dosyanın 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 18.03.2021 gününde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

Editör http://sanalhukuk.org

Güncel ve Güvenilir Hukuki Bilgi

Daha Fazla

+ There are no comments

Add yours