
Haksız Haciz- Manevi Tazminat
İLGİLİ;
➡️ Manevi tazminat miktarının belirlenmesi usulü;
➡️ Manevi Tazminat Talebinin Artırılması-Manevi Tazminatın Bölünmezliği İlkesi
➡️ Manevi tazminata ilişkin mahkeme ilamının icraya konulması için kesinleşmesine gerek yoktur.
- ÖZET :
- İhtiyati hacze dayalı başlatılan takip sebebiyle davacının maaşına haciz konulduğu, maaş kesintilerinin icra dosyasına gönderildiği ancak davacının icra hukuk mahkemesinde yaptığı itiraz üzerine takibe konu çekteki imzanın kendisine ait olmadığının anlaşıldığı ve takibin durdurulmasına karar verildiği görülmüştür.
- Takibin dayanağı çek; birbirini takip eden ciro silsilesi içermekte olup davalı şirket vekili, müvekkilinin çeki üçüncü kişiden ticari münasebeti sebebiyle aldığını belirtmiş olmakla çekte beyaz ciro mümkün olduğundan davalının bu yöndeki savunması haksız değildir.
- Çekteki imzanın sahte olduğunu belirten davacı …’in cirosunun yer aldığı kısmın incelenmesinde adı ve soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, cep telefonu numarasının bulunduğu altında da imza olduğu anlaşılmaktadır. Böylelikle davacının kimlik bilgileri kullanılarak yapılan bir işlem söz konusu olup, görünüşte geçerli ciro silsilesi olduğu sabit olan çeke dayalı ihtiyati haciz kararı alarak takip yapan davalının ağır kusurlu olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu durumda; davalının çekte davacıya ait ciro altındaki imzanın sahteliğini bilmemesi karşısında yasal şartlara haiz başlattığı ihtiyati hacze dayalı takip sebebiyle davacının maaşına haciz koydurtmasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı gibi davalının ağır kusurundan söz etmekte mümkün değildir.
- Ayrıca davalı vekili icra dosyasına gelen maaş kesintilerinden yalnızca birini tahsil etmiş olup diğerlerini tahsil etmediği gibi, icra mahkemesindeki yargılamada çekteki imzanın davacıya ait olmadığının anlaşılması üzerine maaş haczinin kaldırılmasını talep etmiştir.
- Sonuç itibariyle kötü niyetli olarak veya ağır kusuru ile haksız bir takibe, haksız maaş haczine sebebiyet vermeyen davalının manevi tazminattan sorumlu tutulması mümkün değildir.
Hukuk Genel Kurulu
2018/246 E. , 2022/4270 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının müvekkili aleyhine İstanbul 18. İcra Müdürlüğünün 2014/7616 E. sayılı dosyasında 17.500TL bedelli çeke dayanarak başlattığı takipte imzaya itiraz ettiklerini, İcra Hukuk Mahkemesinde yapılan bilirkişi incelemesi ile çekteki imzanın müvekkiline ait olmadığının tespit edildiğini, müvekkilinin maaşına konulan ihtiyati haciz ile olaylardan haberdar olduğunu, çek üzerindeki cirolara göre davalı şirketin çeki müvekkilinden teslim almış göründüğünü ancak müvekkilinin icra takibine dayanak çekteki keşideci ve hamil olan davalı şirket ile tanışıklığı veya bir ticari ilişkisi bulunmadığını, basiretli tacir gibi davranmak zorunda olan davalı şirketin çeki kimden ve ne suretle aldığını kanıtlama yükümlülüğü bulunduğunu, takip kesinleşmeden müvekkilinin maaşı üzerine ihtiyati haciz koydurulmasının kötü niyet göstergesi olup, manevi tazminat gerektirdiğini, işini kaybetme tehlikesi yaşayıp maddi olarak sıkıntıya düşen müvekkilinin telafisi imkânsız mağduriyetler yaşadığını ileri sürerek 20.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; yetki itirazında bulunduklarını, müvekkili şirketin Şaban Yılmaz adında üçüncü bir kişiye mermer satışı yapması üzerine müşteri çeki olduğundan bahisle davaya konu çekin verildiğini, çek üzerindeki imzaların müvekkili önünde atılmadığından gerçekliğini araştırmasının mümkün olmadığını, alacağa karşılık verilen çekten dolayı iyi niyetli hamil konumunda olan müvekkilinin keşideci ile kendisinden önceki lehdar olan davacı aleyhine ihtiyati haciz talebinde bulunduğunu ve icra müdürlüğü nezdinde takip başlatıldığını, davacının ciro kısmında davacıya ait tüm bilgilerinin yer aldığını, cirantalara müracaat edilmesinin olağan icra takip süreci olmakla imza incelemesi yapılmadan imzanın sahteliğinin bilinmesinin mümkün olmadığını, davacının dosya borcunu ödemek istediğini ancak imzanın kendisine ait olmadığından dolayı itiraz edeceğini söyleyerek şüphe uyandırdığını, çeki veren üçüncü kişinin de davacıya iş yaptığını ve karşılığında bu çeki aldığını söylemesi üzerine imza incelenmesine yönelik davanın beklendiğini, davacının kötü niyetli olarak açtığı davada haksız kazanç sağlamaya çalıştığını, icra takibine yönelik teminat karşılığı verilen durdurma kararının davacı tarafından yerine getirilmediğini, bir kesinti dışında diğer maaş kesintilerinin de icra dosyasından çekilmediğini, ilerleyen aşamada da maaş haczinin fekedildiğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.03.2015 tarihli ve 2014/557 E., 2015/146 K. sayılı kararı ile; çek suretinin arkasındaki ciroya göre davacının davalı şirkete çeki ciro ettiği ve aralarında başkaca ciranta olmadığının görüldüğü, ticari şirket niteliğinde ve tedbirli bir tacir olarak davranması kanuni zorunluluk olan davalının çekin ticari ilişkide bulunduğu üçüncü kişinin borcuna karşılık kendisine verildiğini iddia etmesine karşın çeki ciro yoluyla teslim almama sebebini ispat edemediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 5.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 02.06.2016 tarihli ve 2015/8259 E., 2016/7394 K. sayılı kararı ile;
“….2004 sayılı İİK’nın 259/1. maddesinde, ihtiyati haczin haksız çıkması halinde, borçlunun ve üçüncü kişilerin bu yüzden uğradıkları bütün zararlardan alacaklının sorumlu olduğu düzenlenmiştir. İhtiyati haciz haksız ve bundan maddi zarar doğmuşsa, alacaklı kusurlu olmasa dahi, zarar görene maddi tazminat ödemekle yükümlüdür. Buna karşılık, haksız ihtiyati haciz kararı olan alacaklının kusursuz sorumluluğu sadece maddi tazminat bakımından geçerli olup, manevi tazminat yönünden BK’nın 49’uncu maddesindeki koşulların oluşması gerekir. Bu maddeye dayalı sorumluluk ise, kusura dayalıdır. Bu itibarla, alacaklının kötüniyetli veya iyiniyetli olup olmadığı da sonuca etkili olup, ağır olmasa da kusurlu olması da gerekmektedir. (Bkz. Prof. B. Kuru, İcra ve İflas Hukuku, Ankara, 1993, Cilt 3, Sh.2583 v.d). Haksız yere bir kimsenin mallarının haczettirilmesi, o kimsenin ticari itibarına saldırı teşkil eden ve BK’nın 49’uncu maddesi gereğince manevi tazminat ile sorumlu tutulmayı gerektiren bir davranıştır.
Somut olayda, 28/02/2014 tarihli çekin keşidecisinin dava dışı Ortim Yapı ve Malzemeleri şirketi olduğu, lehdarının ise davacı … olduğu, çekin ciro yoluyla davalıya devredildiği anlaşılmaktadır. Davalı tarafça, çekin ödenmesi için muhatap bankaya ibraz edildiği, muhatap bankanın ödememesi üzerine davalının kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip başlattığı ve davacının çekin altındaki imzaya itiraz ettiği görülmektedir. İstanbul 18. İcra Hukuk Mahkemesinin 2014/176 esas sayılı dosyası ile yapılan yargılama sonucunda çekin altındaki imzanın davacının elinin ürünü olmadığı tespit edilmiştir. İcra Hukuk Mahkemesindeki imzaya itiraz davasında senetteki imzaların davacıya ait olmadığının sonradan belirlenmiş olması yapılan haczin haksız olduğunu göstermez. Ayrıca davalının, kendisinden önceki cirantanın attığı imzanın sıhhatini araştırma yükümlülüğü de yoktur. Dolayısıyla davalı, atılan imzanın sahte olduğunu bilebilecek durumda değildir. Şu halde, davalının kötüniyetli ve kusurlu olduğundan bahsedilemez. Bu nedenle mahkemece, manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçe ile kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.11.2016 tarihli ve 2016/432 E., 2016/476 K. sayılı kararı ile; davalı şirketin kendisinden önceki ciranta olan davacının imzasının sıhhatini araştırma yükümlülüğü olup bu yükümlülüğü yerine getirmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının çeke dayalı ihtiyati haciz kararı aldıktan sonra kambiyo senedine mahsus haciz yoluyla yaptığı takipte kendisinden önceki ciranta ve aynı zamanda lehdar olan davacı aleyhine ihtiyati hacze dayanarak haciz işlemi yaptırdığı ancak davacının imzaya itirazı ile icra hukuk mahkemesinde çekteki imzanın davacının eli ürünü olmadığının tespit edildiği somut olayda; yapılan haczin haksız, davalının ise kusurlu ve kötü niyetli olup olmadığı buradan varılacak sonuca göre davacının manevi tazminat talebinin reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Öncelikle direnme kararının davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine ilk derece mahkemesince verilen eksik harcın tamamlanmaması sebebiyle temyiz isteminden vazgeçilmiş sayılmasına ilişkin ek kararın Özel Dairece kaldırılmasının mümkün olup olmadığına değinmekte yarar vardır.
13. 02.12.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un (6763 sayılı Kanun) 43. maddesi ile değişik 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 373. maddesinin 5. fıkrası ile direnme kararlarına ilişkin Özel Daireye tanınan inceleme yetkisinin kapsamı belirlenmiş olup, madde “İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir” hükmünü düzenlemiştir.
14. Bu düzenleme ile direnme kararlarının doğrudan Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesi uygulamasından vazgeçilmiş, bunun yerine direnme kararlarının öncelikle kararına direnilen daire tarafından incelenmesi usulü benimsenmiştir. Böyle bir durumda Özel Daire; direnme kararını yerinde gördüğü takdirde kendi kararını düzeltebilecek ve böylece hatasından dönebilecek, aksi takdirde dosyayı Hukuk Genel Kuruluna gönderecektir. Yapılan değişikliğin madde gerekçesinde “bu yolla Hukuk Genel Kurulu önüne gelecek dosyaların kısmen azaltılması ve iş yükünün hafifletilmesinin amaçlandığı” açıklanmıştır.
15. Yukarıdaki açıklamalardan hareketle; direnme kararlarına ilişkin ilk derece mahkemesince verilen ek karara yönelik Özel Dairenin inceleme yapma yetkisinin bulunmadığını söylemek mümkündür. Bu yetki Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna aittir. Zira Kanun; Özel Daireye sadece “direnme kararını yerinde görüp görmediğine” dair inceleme yetkisi tanımıştır. Bu durumda Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 15.01.2018 tarihli ve 2017/4838 E., 2018/30 K. sayılı kararındaki ek kararın incelenmesine yönelik (1) numaralı bölümün kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.
16. Bu aşamada davalı vekilinin direnme kararını temyiz ederken gerekli temyiz harcını süresinde yatırıp yatırmadığı hususu çözümlenmelidir.
17. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 434. maddesinin 3. fıkrasında; “Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamı ödenir. Bunların eksik ödenmiş olduğu sonradan anlaşılırsa, kararı veren hakim veya mahkeme başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanması, aksi hâlde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Bu kararın da temyiz edilmesi hâlinde 432. maddenin son fıkrası hükmü kıyasen uygulanır.” hükmü yer almaktadır.
18. Bu açık ifadeden de anlaşılacağı üzere eksik harç yatırıldığı taktirde hâkim tarafından “temyiz harç ve giderlerinin tamamlanması için yedi günlük kesin süre” verilmesi ve ayrıca yazılı olarak “aksi hâlde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu” nun ihtar edilmesi gerekmektedir. Şayet bu süre Kanunda belirtilen usule uyulmadan ve yazılıp hâkim tarafından imzalanmadan verilmişse, diğer bir ifadeyle usulünce düzenlenmiş bir muhtıra yoksa, geçerli bir bildirim yapıldığından söz etmeye de olanak bulunmamaktadır.
19. Yargıtay’ın kararlılık kazanmış uygulamasına göre 1086 sayılı HUMK’un 434/3. maddesi çerçevesinde hâkim kararı ile eksik harç ve giderlerin tamamlanması istemiyle ayrıca bir muhtıra düzenlenmeli ve bu muhtırada yapılması gereken işlemin ne olduğu açıkça ve ilgili tarafın yanılmasına neden olmayacak biçimde gösterilmeli, buna yönelik olarak da ikmal edilecek harç ya da giderin miktarı, yatırılma mercii ve süresi, bunun yapılmamasının sonuçları net biçimde açıklanmalıdır.
20. Bu hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.10.2013 tarihli ve 2013/17-116 E., 2017/1454 K., 10.12.2019 tarihli ve 2017/8-1925 E., 2019/1331 K. sayılı kararlarında da açıkça vurgulanmıştır.
21. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince; davalı vekiline eksik harcın tamamlanması için hâkimin imzasını içerir (elektronik veya ıslak) muhtıra yerine üzerinde ihtar yazılı bir tebligat (davetiye) gönderildiği görülmekle usulüne uygun bir muhtıradan söz edilmesi mümkün değildir. O hâlde, davalı vekilince eksik harcın 06.07.2017 tarihinde yasal süresinde tamamlandığı ve ilk derece mahkemesince verilen davalı tarafın temyiz isteminden vazgeçmiş sayılmasına ilişkin ek kararının yerinde olmadığı anlaşıldığından ek kararın kaldırılmasına karar verilmiştir.
22. Bu durumda işin esasına yönelik ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
23. İhtiyati haciz, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 257 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş para borcu alacakları ile muayyen yerleşim yeri bulunmayan, mal kaçıran ya da kaçan, hileye başvuran borçluların vadesi gelmemiş para borcundan doğan alacakları temin bakımından alacaklıya talep hakkı tanıyan ve şartların varlığı hâlinde borçlunun yedinde ya da üçüncü kişide bulunan taşınır ve taşınmaz malları ile alacakları üzerine konulan bir nevi güçlendirilmiş tedbirdir.
24. Anılan Kanun’un 258. maddesinde ise, alacaklının alacağı ve icabında haciz sebepleri hakkında mahkemeye kanaat getirecek delilleri göstermeye mecbur olduğu düzenlenmiştir. Dolayısıyla ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için yaklaşık ispat yeterli olup, kesin bir ispat aranmamaktadır.
25. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 259. maddesinin 1. fıkrasında ihtiyati haciz isteyen alacaklının haksız çıkması hâlinde karşı tarafın zararından sorumlu olması öngörülmüştür. Bu hüküm gereğince tazminata hükmedilebilmesi için kusurun gerekli olmadığı kabul edilmektedir. Yani buradaki sorumluluk, kusursuz sorumluluktur (Görgün, L. Şanal/ Börü, Levent/ Kodakoğlu/Mehmet: İcra ve İflâs Hukukuk, 2. Baskı, Ankara 2022, s.470).
26. Ancak bu düzenlemede belirtilen tazminat, maddi tazminat olmakla manevi tazminata hükmedilmesi için İcra ve İflas Kanunu hükümlerinde yer alan şartlar değil 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinde yer alan “Kişilik haklarının zedelenmesi” hükmünde öngörülen şartlar aranmaktadır. Bu yönüyle görülmekte olan davanın hukuksal dayanağı haksız fiildir.
27. Haksız fiilden doğan borçlar 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 49–76. maddeleri arasında düzenlenmiştir.
28. Olay tarihinde yürürlükte bulunan Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesinde;
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür” hükmü yer almaktadır.
29. Haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir. Bir haksız fiil sonucu zarara uğrayan kimse, uğradığı zararın tazminini bu haksız fiilden sorumlu olan kimseden veya kimselerden talep edebilir.
30. Manevi zarar ise, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
31. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde;
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.
32. Görüldüğü üzere, 6098 sayılı TBK’nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir.
33. Burada da kural olarak doğrudan doğruya zarar görme koşulu aranmaktadır. Ancak kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir.
34. 6098 sayılı TBK’nın 58. maddesinin uygulanabilmesi için ilk olarak saldırının hukuka aykırı olması gerekir. Hukuka uygun bir eylem, bu maddenin uygulanmasına imkân vermez. İkinci koşul ise kişilik haklarına saldırıda bulunanın kusursuz sorumluluk hâlleri hariç kusurunun bulunması gerekir. Kişilik hakkı zedelenenin ayrıca manevi zarara uğramış olması gerekirken hukuka aykırı saldırı ile manevi zarar arasında uygun illiyet bağı da bulunmalıdır (Uygur, Turgut: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt 1, 2012, s. 452-454).
35. Bu açıklamalar ışığında kural olarak haksız haciz uygulanması nedeniyle aleyhine haciz uygulanan kişi manevi tazminat isteminde bulunabilir. Ancak, haciz bilerek veya ağır kusurlu olarak dayanağı olan olay yanlış biçimde gösterilerek hak kötüye kullanılmış olursa eylem hukuka aykırı olur ve bu kapsamda manevi tazminata hükmedilebilir (Aday, Nejat: Haksız Haciz Sebebiyle Kişilik Hakkı İhlalinin Hukuksal Sonucu Olarak Mânevi Tazminata Hükmedilmesinin Şartları ve Konuya İlişkin Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, HKÜ Hukuk Fakültesi Dergisi, 2016 Ocak, sayı 11, s.76).
36. Uyuşmazlığa konu olayın çeke ilişkin olması sebebiyle çeklerde ciro ile ilgili bazı yasal düzenlemelere değinmek gerekmektedir.
37. Çek, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) üçüncü kitabı ile 5941 sayılı Çek Kanunu ve bu Kanun uyarınca çıkarılan tebliğlerle düzenlenen bir kıymetli evraktır. 6102 sayılı TTK’nın 670 vd. düzenlemelerine göre çek de poliçe ve bono gibi bir kambiyo senedidir. 6102 sayılı TTK’nın üçüncü kitabında 780-823. maddeleri arasında düzenlenen çeke 818. maddenin yaptığı atıflar çerçevesinde poliçeye ilişkin hükümlerin uygulanması kabul edilmiştir (Bozer, Ali /Göle, Celal: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara, 2018, s. 221).
38. Çek, 6102 sayılı TTK’da tanımlanmamıştır. Çeke ait hükümler göz önüne tutularak çek şöyle tarif edilebilir: Çek, Kanun’un öngördüğü belirli şekil şartlarına bağlı, soyut ve kayıtsız şartsız bir bedelin ödenmesi konusunda sadece bankalar üzerine düzenlenebilen, kıymetli evraktan sayılan özel bir havaledir (Tuna, Ergun/ Göç Gürbüz, Diğdem: Ticaret Hukuku Prensipleri Kıymetli Evrak, Ankara 2018, s. 268).
39. Bu havalenin yazılı şekilde yapılması, belli şekil şartlarını içermesi ve kayıtsız şartsız bir ödeme yetkisi biçiminde olması gerekir. Çek; düzenleyen muhataba belirli bir bedeli lehtara ödeme, lehtara da tahsil yetkisi veren bir kambiyo senedidir. Çek bir ödeme aracıdır. Ancak poliçe ve bonodaki gibi kredi işlevini haiz değildir. Ticari hayatta yaygın olarak ileri tarihli çek düzenlenerek çekin kredi veya teminat aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu kullanım şeklinin dahi çekin ödeme aracı olma özelliğini ortadan kaldıramayacağı unutulmamalıdır. Çek muhatap banka tarafından görüldüğünde meşru hamil olan kişiye nakden ödenir.
40. Çeklerin devrinin nasıl yapılacağı TTK’nın 788. maddesinde poliçeden ayrı ve özel olarak düzenlenmiştir. Bu maddeye göre açıkça “emre yazılı” kaydıyla veya bu kayıt olmadan belirli bir kişi lehine ödenmesi şart kılınan bir çek, ciro ve zilyetliğin geçirilmesiyle devredilebilir. Keza TTK’nın 818. maddesinin göndermesi ile aynı Kanun’un 684. maddesine göre, ciro ve zilyetliğin geçirilmesi ile çekten doğan bütün haklar devrolunur.
41. Bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde; çekin bir başka anlatımla çek üzerindeki hakkın bir başkasına devri için ciro ve kişiye çekin zilyetliğinin geçirilmesi gerekir. Ciro ise TTK’nın 683. maddesine göre, çek arka yüzüne veya çeke bağlı olan ve “alonj” denilen ek kâğıt üzerine yazılması ve ciranta tarafından imzalanması ile mümkündür. Bu nedenle cirantanın imzasını taşımayan ciro geçerli ciro sayılmaz. Böyle bir ciro ise çek üzerinde bulunan hakkın devrini sağlamaz.
42. Çekte hak sahibi olabilmek için yetkili hamil olmak gerekir. TTK’nın 790. maddesine göre, cirosu kabil bir çeki elinde bulunduran kişi, son ciro beyaz ciro olsa bile, kendi hakkı müteselsil ve birbirine bağlı cirolardan anlaşıldığı takdirde yetkili hamil sayılır. Bu maddeden de anlaşıldığı üzere bir çeki elinde bulunduran kişi yetkili hamil olduğunu yani çek üzerindeki hakkın kendisine ait olduğunu çek üzerinde bulunan birbirini takip eden geçerli ciro zinciri ile ispat edebilir.
43. Yapılan tüm açıklamalardan sonra somut uyuşmazlıkta; ihtiyati hacze dayalı başlatılan takip sebebiyle davacının maaşına haciz konulduğu, maaş kesintilerinin icra dosyasına gönderildiği ancak davacının icra hukuk mahkemesinde yaptığı itiraz üzerine takibe konu çekteki imzanın kendisine ait olmadığının anlaşıldığı ve takibin durdurulmasına karar verildiği görülmüştür.
44. Takibin dayanağı çek; birbirini takip eden ciro silsilesi içermekte olup davalı şirket vekili, müvekkilinin çeki üçüncü kişiden ticari münasebeti sebebiyle aldığını belirtmiş olmakla çekte beyaz ciro mümkün olduğundan davalının bu yöndeki savunması haksız değildir.
45. Çekteki imzanın sahte olduğunu belirten davacı …’in cirosunun yer aldığı kısmın incelenmesinde adı ve soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, cep telefonu numarasının bulunduğu altında da imza olduğu anlaşılmaktadır. Böylelikle davacının kimlik bilgileri kullanılarak yapılan bir işlem söz konusu olup, görünüşte geçerli ciro silsilesi olduğu sabit olan çeke dayalı ihtiyati haciz kararı alarak takip yapan davalının ağır kusurlu olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu durumda; davalının çekte davacıya ait ciro altındaki imzanın sahteliğini bilmemesi karşısında yasal şartlara haiz başlattığı ihtiyati hacze dayalı takip sebebiyle davacının maaşına haciz koydurtmasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı gibi davalının ağır kusurundan söz etmekte mümkün değildir.
46. Ayrıca davalı vekili icra dosyasına gelen maaş kesintilerinden yalnızca birini tahsil etmiş olup diğerlerini tahsil etmediği gibi, icra mahkemesindeki yargılamada çekteki imzanın davacıya ait olmadığının anlaşılması üzerine maaş haczinin kaldırılmasını talep etmiştir.
47. Sonuç itibariyle kötü niyetli olarak veya ağır kusuru ile haksız bir takibe, haksız maaş haczine sebebiyet vermeyen davalının manevi tazminattan sorumlu tutulması mümkün değildir.
48. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalının çeki elden alarak hamil olması mümkün ise de bu şekilde çeki alması ile ciro silsilesinde şeklen hak sahibi gözüken kendisinden önceki imzanın sahteliği riskini de üstlenmiş olduğu, bu durumun yapılan haczin hukuka aykırılığını ve davalının kusurlu olmasını ortadan kaldırmayacağından kişilik hakları zarar gören davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesinin yerinde olduğu ve bu sebeplerle direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüşse de bu görüş, yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
49. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
50. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesinin (III/1) bendine göre karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 05.04.2022 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 259/1. maddesinde, ihtiyati haczin haksız çıkması hâlinde, borçlunun ve üçüncü kişilerin bu yüzden uğradıkları bütün zararlardan alacaklının sorumlu olduğu düzenlenmiştir. Maddi tazminat için geçerli olan bu sorumluluk, kusursuz sorumluluk (tehlike sorumluluğu) esasına dayalıdır.
Buna karşılık, haksız ihtiyati haciz kararı alan alacaklının kusursuz sorumluluğu sadece maddi tazminat bakımından geçerli olup, manevi tazminat yönünden TBK’nın 58. maddesindeki koşulların oluşması gerekir.
Haksız fiiller TBK 49 ila 76. maddelerde düzenlenmiştir. Haksız fiilin temelinin düzenlendiği TBK 49. maddeye göre; kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Bu temel düzenleme ile bakıldığında, haksız fiil sorumluluğundan bahsedilebilmesi için bir fiilin bulunması, fiilin hukuka aykırı olması, kusurun bulunması, hukuka aykırı fiille zarar verilmesi ve hukuka aykırı fiil ile zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Böylelikle haksız fiilin; fiil, hukuka aykırılık, kusur, zarar ve uygun illiyet bağından ibaret olmak üzere beş unsuru bulunduğu söylenebilir. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemeyecektir.
TBK 58. maddeye göre; kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Haksız fiile dayalı olan bu sorumlulukta da haksız fiilin unsurları aranacaktır.
Bu maddede düzenlenen sorumluluk kusur esasına dayalıdır. BK 49. Maddede 1988 yılında yapılan değişiklikle kusurun ağırlığı unsur olmaktan çıkarılmış ve maddenin karşılığı olan TBK 58. maddede de unsur olarak yer verilmemiş olduğundan, manevi tazminata hükmedilmesi için ağır kusurlu olunması şart olmayıp ağır olmasa da kusurlu olunması yeterlidir.
Kişinin iyi niyetli veya kötü niyetli olması kusur sorumluluğu bakımından bir unsur olmamakla birlikte kişinin kusurlu sayılıp sayılamayacağı ve buradan hareketle TBK 58. madde kapsamında manevi tazminata hükmedilebilmesi yönünden yine de önem taşımaktadır. Hayatın olağan akışı içinde kendinden beklenmesi gereken özeni gösteren kişinin kötü niyetli ve buna bağlı olarak kusurlu olduğu sonucuna varılamaz ise de objektif özen yükümlülükleri çerçevesinde davranmayarak başkalarının kişilik haklarının zedelenmesine yol açacak bir sonucu gerçekleştiren kişinin de doğrudan kusursuz sayılması ve manevi tazminat sorumluluğundan kurtulması mümkün değildir.
Kusurun varlığı ve kişinin iyi niyetli ya da kötü niyetli sayılıp sayılmayacağının her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi, hukuka aykırılık unsuru bakımından ise somut olayla ilgili yasal düzenlemelerin de gözetilmesi gerekir. Uyuşmazlığa konu olay bakımından önemi nedeniyle çeklerde ciro, hak sahipliği ve ciro imzasının sahteliğiyle ilgili olan bazı yasal düzenlemelere de bakmak gerekir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) hükümlerine göre; cirosu kabil bir çeki elinde bulunduran kişi, son ciro beyaz ciro olsa bile, kendi hakkı müteselsil ve birbirine bağlı cirolardan anlaşıldığı takdirde yetkili hamil sayılır. Çizilmiş cirolar yazılmamış hükmündedir. Bir beyaz ciroyu diğer bir ciro izlerse, bu son ciroyu imzalayan kişi çeki beyaz ciro ile iktisap etmiş sayılır (TTK 790/1). Çek, herhangi bir suretle hamilin elinden çıkmış bulunursa, ister hamile yazılı, ister ciro yoluyla devredilebilen bir çek söz konusu olup da hamil hakkını 790’ıncı maddeye göre ispat etsin, çek eline geçmiş bulunan yeni hamil ancak çeki kötü niyetle iktisap etmiş olduğu veya iktisapta ağır bir kusuru bulunduğu takdirde o çeki geri vermekle yükümlüdür (TTK 792/1).
Lehine ciro yapılan kişinin ciroda gösterilmesine gerek olmadığı gibi, ciro, cirantanın sadece imzasından ibaret olabilir. Bu şekildeki cirolara “beyaz ciro” denir. Beyaz cironun poliçenin arkasına veya alonj üzerine yazılması gerekir (TTK 683/2). Bir poliçe, poliçe ile borçlanmaya ehil olmayan kişilerin imzasını, sahte imzaları, hayali kişilerin imzalarını veya imzalayan ya da adlarına imzalanmış olan kişileri herhangi bir sebeple bağlamayan imzaları içerirse, diğer imzaların geçerliliği bundan etkilenmez (TTK 677/1). Poliçelerle ilgili olan TTK 683 ve 677. madde hükümleri TTK 818. madde yollamasıyla çekler hakkında da uygulanır.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; İstanbul 50. Asliye Ticaret Mahkemesinin 17.03. 2014 tarihli kararıyla davacı hakkında ihtiyati haciz kararı verilmiştir. Bu ihtiyati haciz kararı fiilen fiilen uygulanmış ve davacının maaşı üzerine haciz uygulanmıştır. İmzaya itiraza ilişkin dosyada takibin durdurulması için tedbir kararı verilmiş ise de teminat yatırılmadığından ihtiyati tedbir uygulanamamıştır. İhtiyati haciz kararı ve takibe konu olan çek keşidecisi dava dışı şirket, lehtarı davacı görünmektedir. Davalı ciro silsilesine göre çeke lehtarın ciro imzasıyla hamil olmuş görünmektedir. Kendisine atfen atılan çekteki ciro imzasının çete lehtar görünen davacıya ait olmadığı konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Lehtar cirosu lehtarın TC kimlik numarasını ve telefon numarası yazılarak yapılmış ise de lehine ciro yapılan kimseyi gösteren bir kayıt içermediğinden beyaz ciro niteliğindedir. Beyaz ciro ile edinmiş görünen davalı ciro silsilesine göre şeklen hak sahibi görünmekte ise de lehtar görünen davacı imzasının sahteliği nedeniyle bu çeke dayalı olarak davacıdan talep edebileceği bir alacak bulunmamaktadır.
Talep edebileceği bir alacak bulunmadığı hâlde davacı hakkında ihtiyati haciz kararı alınıp uygulanması ve kişinin maaşına haciz konulması haksız bir eylemdir. Davalı ciro silsilesine göre çeki davacıdan almış göründüğünden şayet bu kişiden almış ise ciro imzasının yanında atılmasını sağlaması gerekir. Yanında ciro imzası atılmamış olduğu hâlde edindiği kişiye atfen atılan ciro imzası sahte çıkan bir çeki ciro yoluyla ele geçiren kimse ağır kusurlu olup bu çeke dayalı ihtiyati haciz nedeniyle doğan manevi zarardan da sorumludur.
Davalı bu çeke lehtarın sahte cirosundan sonra gelen başka ciro imzaları bulunduğu hâlde hamil olmuş ise ciro zincirinde kendisine bitişik olmayan ciro imzalarının sahteliğini araştırmakla yükümlü değildir. Bu hâlde kural olarak kusurlu sayılması mümkün olmadığı için manevi tazminat istenemez ise de çekin kötü niyetle edinilmiş olması hâlinde yine de sorumluluk doğabilecektir. Somut olayda arada davalının iyi niyetli üçüncü kişi sayılmasını gerektiren başka ciro imzaları olmadığı için davalı imzanın sahteliğini bilmediğini savunarak sorumluluktan kurtulamaz.
Çeki lehtarın veya sonrası cirantanın beyaz cirosuyla edinen kişi bu çeki ciro imzası atmaksızın başkasına teslim ederek de çekteki hakkını devredebilir. Bu durumun varlığının başka kesin delillerle anlaşılması ciro silsilesinin koptuğu anlamına gelmez. Çünkü çekteki imzalara göre şeklen hak sahibi olunduğunun anlaşılması hâlinde ciro silsilesinde kopukluk olduğundan söz edilemeyecektir.
Somut olayda davalı bu çeki lehtardan değil, lehtarın ciro imzası bulunmakta iken çeki elinde bulunduran kişiden aldığını savunmakta olduğundan bu durumun haksız ihtiyati haciz uygulanmasında davalının kusurlu sayılmaması sonucunu gerektirip gerektirmediği üzerinde de durulmalıdır.
Davalının çeki elinde bulunduran kişinin ciro imzası olmaksızın çeki teslim almak suretiyle çek hamili olması mümkün ise de bu şekilde çek hamili olmayı kabul eden kişi ciro silsilesinde kendisine bitişik halkada görünen ve şeklen kendisini hak sahibi gösteren imzanın sahteliğindeki riski de üstlenmiş sayılır.
Bu riski üstlenmek istemeyen kişinin teslim suretiyle değil, çeki aldığı kişinin ciro imzasıyla çekteki hakkı edinmesi gerekir. Bu üstlenmiş sayılmanın sonucu olarak davalı imzası sahte çıkan davacıya karşı iyi niyetli üçüncü kişi olduğunu ileri süremeyeceği gibi bu durum haksız ihtiyati haciz uygulanması eyleminin hukuka aykırılığını ve davalının kusurlu sayılma durumunu ortadan kaldırmaz. Kaldı ki çekte ciro etmiş görünen kişinin ismi ve telefon numarası dahi yazmakta iken çekin ödenmemesi üzerine hiçbir araştırma yapmadan doğrudan davacı hakkında ihtiyati haciz istenmesi, kusurun varlığını daha da artırmaktadır.
Davacı hakkında maaşı üzerinde haksız olarak ihtiyati haciz uygulanması davacının kişilik haklarını zedeleyen haksız bir eylem niteliğinde olup manevi tazminat isteme koşulları oluşmuştur. Davacının ihtiyati tedbir kararına rağmen teminatı yatırmamış olması davalının sorumluluğunu kaldıran bir husus değildir. Bu durum borçlu için bir kusura değil olsa olsa teminatı yatırmak güçlüğüne ve buradan hareketle doğan manevi zararın varlığına işaret edebilir. Mahkemece 5.000TL manevi tazminata hükmedilmesi dosya kapsamındaki delillere uygun olup direnme hükmünün onanması gerektiği görüşünde olduğumdan, davanın reddi gerektiğine değinen Özel Daire kararı gibi hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.