Aralarında hiçbir ticari ilişki olmaması halinde çek kayıtsız ve şartsız bir ödeme vaadini içermediğinden kambiyo vasfı taşımayan bu belge nedeniyle kambiyo senetlerine özgü yolla takip yapılamaz.

TTK’nun 780/1. maddesinin (b) bendinde çekin kayıtsız ve şartsız belirli bir bedelin ödenmesi için havaleyi içermesi gerektiği, 781. maddesinde de bu unsuru içermeyen bir senedin çek sayılmayacağı hükme bağlanmıştır. Alacaklının çekin lehtarı, borçlunun çekin keşidecisi olduğu görülmüş, alacaklının ceza dosyasındaki beyanında açıkça borçlu ile aralarında hiçbir ticari ilişki olmadığını, borçluyu tanımadığını ikrar ettiği göz önünde bulundurulduğunda bu durumda çek kayıtsız ve şartsız bir ödeme vaadini içermediğinden kambiyo vasfı taşımayan bu belge nedeniyle borçlu hakkında kambiyo senetlerine özgü yolla takip yapılması mümkün değildir

FACEBOOKTA PAYLAŞILAN BOŞANDIĞI EŞİ İLE BİRLİKTE GÖRÜLDÜĞÜ FOTOĞRAFLAR, SGK TARAFINDAN “EŞİ İLE BİRLİKTE YAŞADIĞI İDDİASI” İLE AYLIĞININ KESİLMESİNE DAİR VERİLEN KARARDA TEK BAŞINA DELİL OLAMAZ.

Facebook üzerinden elde edilen davacının ve boşandığı eşinin birlikte görüldüğü fotoğraflara dayanılarak davacının aylığının kesildiği anlaşılmaktadır. Mahkeme tarafından da facebookta paylaşılan fotoğraflara vurgu yapılarak davanın reddine karar verilmiş ise de verilen karar eksik inceleme ve araştırmaya dayalıdır.
Bu nedenle maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için davacı ve boşandığı eşinin fiilen birlikte yaşayıp yaamadıklarının, yukarıda belirtilen hususlar ve ilkeler çerçevesinde araştırılarak, davacı ile boşandığı eşinin kayıtlı adresleri yönünden ayrı ayrı geniş kapsamlı, titizlikle ve gerekirse bilgi edinilen şahısların isim yada sıfatları da tutanağa eklenmek suretiyle, beyan edilen adreslerde fiilen oturup oturmadıkları, birlikte yaşayıp yaşamadıkları kolluk vd deliller marifetiyle araştırılmalı, ihtilaf konusu dönem içerisinde davacı ve eşinin kayıtlı adreslerinde görev yapan mahalle muhtar ve azalarının kanaat edinmeye yetecek sayıda tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, çelişki oluşursa giderilmeli; böylece “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun mevcut olup olmadığı, toplanan tüm kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.

Çalışma koşulları değişmesine rağmen işçinin 8 ay kadar çalışmaya devam etmesi değişikliği zımni olarak kabul ettiği anlamına gelmez.

İş Kanunu’nun 22. maddesine göre işçinin çalışma koşullarında işçi aleyhine değişikliğin işveren tarafından yazılı olarak yapılması ve değişikliğin 6 iş günü içerisinde işçi tarafından yazılı olarak kabulü gerekir. Kanuni düzenlemeye göre işçi tarafından yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklik işçiyi bağlamaz.
Dosya kapsamı ve özellikle her iki taraf tanık anlatımlarına göre genel müdürlük işyerinde işyerine gidiş gelişlerde servis imkanı olduğu halde, şube işyerlerinde servis sağlanmamış ve yol parası da ödenmemiştir. Böyle olunca çalışma koşullarının davacı aleyhine değiştirildiği anlaşılmakla, işçinin değişiklik sonrasında 8 ay kadar çalışmaya devam etmesinin değişikliği zımni olarak kabul ettiği anlamına gelmediği kabul edilmeli ve işçinin iş sözleşmesini haklı olarak feshettiği sonucuna varılarak kıdem tazminatı hüküm altına alınmalıdır. Talebin yerinde olmayan gerekçe ile reddi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir

Yüksek riskli statüsünde bulunan hükümlü hakkında denetimli serbestlik mevzuatında öngörülmeyen bir şekilde yükümlülük yüklenemez.

Denetimli Serbestlik Müdürlüğünün 20/06/2016 tarihli ve 2016/1793 sayılı yazısına ekli araştırma ve değerlendirme formuna göre yüksek riskli statüsünde bulunan hükümlü hakkında imza yükümlülüğünün ilk üç ay için hergün, 3 ila 6 ay arasında üç gün ve altı aydan sonra haftada iki gün uygulanması gerektiği gözetilmeksizin mevzuatta öngörülmeyen bir şekilde yükümlülük öngörülmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan Kararın bozulması

İş Hukukunda Fazla Çalışma

Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İş sözleşmelerinde fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğu yönünde kurallara sınırlı olarak değer verilmelidir.

Avukatın Baroya ve Savcılığa haksız yere şikayet edilmesi manevi tazminat gerektirir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde de:
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”
Davalının vekâlet ilişkisinin sona erdiğine ve davacıyı ibra ettiğine dair imzalı bir yazı vermiş olmasına rağmen, davacının ibranameyi kaybetmesi üzerine davacı hakkında gerek Cumhuriyet Savcılığına, gerek İstanbul Barosuna şikâyet dilekçeleri vermek, gerekse hukuk mahkemesinde tazminat talebiyle dava açmak suretiyle hak arama özgürlüğünün kötüye kullanıldığı, Anayasal şikâyet hakkının sınırlarının aşıldığı ve böylece davacının kişilik haklarına saldırıda bulunduğu hususunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Bunun yanında davacı lehine hükmedilen manevi tazminat miktarına da bakıldığında olay tarihi, taraflar arasındaki olayların gelişim şekli, hakkındaki şikâyetler üzerine soruşturma ve dava sürecinde davacı tarafından yaşanan üzüntü ve endişe, mesleki ve kişisel itibar kaybı ile tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alındığında, hükmedilen manevi tazminatın miktarı makul olup, objektif ölçülere göre takdir edildiği ve fazla olmadığı kanaatine varılmıştır.

Etrafı duvar ile çevrili bahçe içindeki Konut eklentisine girilmekle dahi konut dokunulmazlığının ihlâli suçu oluşur.

Konut dokunulmazlığının ihlâli suçu TCK’nun “Kişilere Karşı Suçlar” kısmının “Hürriyete Karşı Suçlar” bölümündeki 116. maddesinde;
“1) Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2) Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin, açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
3) Evlilik birliğinde aile bireylerinden ya da konutun veya işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda, bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir.
4) Fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiştir
Depo amacıyla kullanılan ve katılanın ikamet ettiği ev ile aynı bahçe içerisinde bulunan, başkalarının buraya girmesine engel olacak şekilde giriş ve çıkışı demir kapı ile sağlanan, etrafı dış bir engel olan duvarla çevrili suça konu yerin “konut eklentisi” vasfında olduğunun ve etrafı duvar ile çevrili söz konusu bahçe içine girilmekle dahi konut dokunulmazlığının ihlâli suçunun oluşacağının kabulü gerekmektedir.

İNTERNETTE İLAN VERİP KAPORAYI ALDIKTAN SONRA ARACIN SATIŞINI VERMEMEK NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK SUÇUNU OLUŞTURUR.

Sanığın ”sahibinden.com” isimli internet sitesine satılık araç ilanı verdiğini gören katılanın, sanık ile telefon aracılığı ile irtibata geçerek suça konu aracın alım-satımı konusunda anlaştıkları, sanığın katılandan 100 TL kapora istediği, ardından katılanın 100 TL’yi sanığın eşi olan temyiz dışı sanık … adına kayıtlı hesaba gönderdiği, paranın sanık tarafından çekildiği ancak sanığın suça konu aracın satışını katılana vermediği ve teslimini de yapmadığı, katılanın da bir daha sanığa ulaşamadığı, sanığın bu şekilde haksız menfaat sağladığı, sanık savunması, katılan beyanı ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığından, sanığın nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin sabit olduğu gerekçesine dayanan mahkemenin mahkumiyet hükmünde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 158/1-f maddesinde düzenlenen “Bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık” suçunu oluşturacağı gözetilmeden sanık hakkında TCK’nın 158/1-g maddesi gereği hüküm kurulması, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

TÜKETİCİ SORUNLARI HAKEM HEYETİNE İNTİKAL ETTİRİLEN UYUŞMAZLIĞIN TÜRÜ NE OLURSA OLSUN BU MERCİ TARAFINDAN VERİLECEK BÜTÜN KARARLARA KARŞI İTİRAZ MERCİ TÜKETİCİ MAHKEMESİDİR.

İstikrar kazanmış Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarında belirtildiği üzere, yalnızca idarenin faaliyet alanıyla ilgili olarak yürürlüğe koyduğu yönetmelik ve buna dayanan tarife kararlarının yargısal denetiminin talep edildiği davaların idarî yargı yerinde görülmesi gerekmektedir. Eldeki davada ise davacı tarafın böyle bir talebi bulunmadığından davanın adli yargıda ve mülga 4077 sayılı Kanun’un 22/5. maddesine göre de tüketici mahkemelerinde görülüp sonuçlandırılması gerekir.
Zira, Tüketici Sorunları Hakem Heyetine intikal ettirilen uyuşmazlığın türü ne olursa olsun bu merci tarafından verilecek bütün kararlara karşı itiraz merci (münhasıran) Tüketici Mahkemesidir. Kaldı ki, tüketici hukuku kapsamında olmayıp da genel hükümler çerçevesinde çözümlenmesi gereken bir uyuşmazlık hakkında her nasılsa Tüketici Sorunları Hakem Heyetine başvurulmuş ve buradan işin esası hakkında bir karar alınmışsa dahi itiraz merci, yine (münhasıran) tüketici mahkemesidir.
Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.