➡️ Dava şartları, mahkemece davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan “Kamu Düzeni” ile ilgili zorunlu koşullardır.
➡️ Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, incelemek durumunda olup; bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir.
➡️ Dava şartları, dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda, mahkemenin davayı mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir.
Dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli); bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır.
➡️ Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile [1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) madde 237; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) madde 114/1-i] çözümlenmiş olması da dava şartıdır. Bu şart, olumsuz dava şartı olarak adlandırılır. Keza hak düşürücü süre de olumsuz dava şartlarından olup davanın esastan görülmesine engel olup, yanlışlıkla işin esası incelenmiş ve herhangi bir nedenle (davanın ispatı, kabul, feragat vs.) esastan karar verilmiş olsa bile, hak düşürücü sürenin geçtiği anlaşıldığı takdirde, davanın bu nedenle reddi gerekir.
➡️ Kesin hüküm ise, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Hemen belirtilmelidir ki, kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, arasındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.
Dava konusu uyuşmazlık hakkında bir kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de; (Yargıtay’ın da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay’da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez (Hukuk Genel Kurulu’nun 05.06.1991 gün ve 1991/5-215-342 E., K. sayılı ilamı; Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, yıl: 2001, C. V, s. 4980 vd.).
Bu bağlamda kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır.
➡️ Kesin Delil
➡️ Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar (HUMK. Madde 236; HMK. Madde 188), senet (HUMK. madde 287; HMK. madde 193), yemin (HUMK. madde 337; HMK. madde 228) ve kesin hükümdür (HUMK. madde 237; HMK. madde 303).
Kesin hüküm de, aynı konuda daha sonra açılan davada kesin delil oluşturur (Baki Kuru, age., C. II, s. 2034 vd).
Kesin hüküm, şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm, olmak üzere ikiye ayrılır.
Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler (Örneğin HUMK. m. 427; HMK. m. 361).
Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme yoluna gidilip de bu istem reddedilmişse veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.
Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.
Maddi anlamda kesin hükmün koşulları 1086 sayılı HUMK’nun 237. maddesinde açıklanmıştır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur.
6100 sayılı HMK’nun 303/1. maddesi de “Bir davaya ait seklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde benzer bir tanımı içermektedir.
Kesin hükmün ilk koşulu, her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması; ikinci koşulu, müddeabihin aynılığı; üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır.
➡️ Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabih, dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hakimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar değişikse, müddeabihler aynı değil demektir.
➡️ Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise; her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise, diğer iki koşulun da bulunması halinde kesin hükmün bulunduğundan söz edilebilir.
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve 2003/21-30 E. 2003/57 K.; 23.02.2005 gün ve 2005/21-66 E. 2005/93 K.; 03.03.2010 gün ve 2010/11-75 E. 2010/121 K.; 08.12.2010 gün ve 2010/1-602 E. 2010/643 K. sayılı ilamlarında da vurgulanmıştır.
Kesin hüküm, ilk önce (hükmü veren mahkeme de dahil diğer bütün) mahkemeleri bağlar. Yani mahkemeler, aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan bir kesin hüküm ile bağlıdırlar; aynı davayı bir daha (yeniden) inceleyemezler (kesin hüküm itirazı) ve aynı konuya ilişkin yeni bir davada, önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdırlar (Baki Kuru, a.ge., C. V, s. 5051- 5053).
Diğer taraftan hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olan gerekçe kesin hüküm teşkil eder. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu, her olayın özelliğine göre belirlenir. Kesin hüküm kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe, hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukuki ve mantıki tahlil ve istidlallerden (deliller) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkansız bir bağlılık içinde bulunuyor ise, istisnaen bu kısmın da kesin hükme dahil olduğunu kabul etmek gerekir.
Nitekim uygulamada da benzer nitelikte kararların verildiği görülmektedir.
Bunlardan birisi, boşanma ile birlikte görülen yoksulluk nafakasına ilişkin uygulamadır. Buna göre, yoksulluk nafakası boşanmanın eki niteliğinde bir istek olduğundan boşanma kararı ve onun gerekçesiyle sıkı sıkıya bağlıdır. Kusur unsurunu tespit edecek olan hüküm, boşanmaya ilişkin karardır. Boşanmada kusur unsuru tespit edilmiş ise bu husus sonradan istenecek yoksulluk nafakası için kesin hüküm ve bunun sonucu olarak kesin delil oluşturur. Boşanma davası ile yoksulluk nafakası davası arasında hukuki sebep birliği yoksa da biri diğerinin eki olması itibariyle, aralarında sıkı sıkıya bağlı, biri olmadan diğerinin varlık kazanamayacağı sebep ve sonuç ilişkisi vardır. Onun için, boşanma davasıyla belirlenen kusurluluk unsuru nafaka davası için dahi kesin hüküm ve kesin delil oluşturur. Kesinlik sadece hüküm fıkrası için söz konusu ise de, hüküm fıkrası ile gerekçesi arasında zorunlu bir bağ varsa hükmün gerekçesi de kesinlik kazanır. Davacı, boşanmada tam kusurlu bulunmuş ve verilen boşanma kararı şekli ve maddi yönden kesinleşmişse; kesinlik kazanan bir hükmün sonuçlarının ortadan kaldırılması yargılamanın iadesi ile mümkündür. Bunun dışında hükmün sonuçlarını ortadan kaldırmak mümkün değildir. Boşanma davasıyla kesinleşen kusurluluk olayı, yoksulluk davası için de kesin hüküm ve kesin delil oluşturur (2. HD. 10.02.1993 gün, 668/1096 E., K. sayılı kararı; Esat Şener, Nafaka, 1994, s. 130- 131).
Benzer şekilde Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 11.2.1982 gün ve 8582/1186 sayılı kararında hakimi hüküm vermeye hukuken zorlayan gerekçenin kesin hüküm niteliğinde olduğu kabul edilmiştir (YKD. Yıl: 1982, Sayı: 6, s. 784-786).
Somut olayın açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesine gelince:
Davacı koca tarafından davalı kadın aleyhine Türk Medeni Yasasının 166/1. maddesine göre boşanma davası açılmış, davalı kadın maddi tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkemece boşanmaya neden olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğu kabul edilerek boşanmaya ve davalının maddi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir. Davalı temyizinde boşanma kararını temyiz etmemiş ancak kararı maddi tazminat ve buna esas alınan kusur yönünden temyiz etmiştir.
Görüldüğü gibi, davalı kadının boşanma kararını temyizi söz konusu değildir. Davacı da bu hükmü temyiz etmediğinden boşanma kararı kusur durumu ile birlikte kesinleşmiştir. Davalı, boşanma kararını temyiz etmemekle, bu husus gerekçe ve hüküm sonucu itibariyle kesinleşir ve davacı yararına usuli kazanılmış hak teşkil eder. Durum bu olunca, boşanmaya neden olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğu yolunda kesin hüküm oluştuğunun kabulü gerekir.
Bu nedenle, boşanmaya neden olan aynı zamanda tazminata da konu olan olaylarda artık ne mahkemenin ne de Yargıtay’ın kusuru incelemesi mümkün değildir. Aksinin kabulü ile kusur incelemesi yapılarak boşanmaya ve tazminata esas olan olaylarda davacı kocanın kusurlu olduğunu söylemek kesin hüküm kuralına aykırıdır.