Türk Borçlar Kanunu’nun 146. Maddesi “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” der.
Hal ve kural böyle iken bu durumun da istisnaları olabileceğini Anayasa Mahkemesi’nin yakın tarihli bir kararıyla öğrenmiş bulunuyoruz.
Kararda Mahkeme, “davaya konu zararın tespit edilmesinin belli bir uzmanlık gerektirdiğini bu nedenle zararın boyutunun belirlenebilmesi için derece mahkemelerince bilirkişi raporu alınmasına karar verildiğine dikkat çekmiş ve zararının tamamını yargılamanın başlangıcında bilmesinin başvurucudan beklenemeyeceği,..” tespitinde bulunmuştur. (Olayda 5/1/2005 tarihinde gerçekleşen iş kazasından sonra 6/8/2007 tarihinde fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak kaydıyla maddi tazminat talepli dava açılmıştır. Bilirkişi incelemesi sonucu 8/11/2016 tarihli dilekçe ile bilirkişi raporundaki tutar kadar arttırım yapılmıştır)
“Anayasa Mahkemesi; zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden davanın açıldığı tarihte başvurucunun zararın miktarını bilebilmesinin mümkün olmadığı hususunun dikkate alınmadan karar verilmesinin, başvurucunun bilirkişi raporuyla belirlenen tazminat tutarının tamamını talep edebilme imkânını ortadan kaldırdığı kanaatine varmıştır. Sonuç olarak başvurucunun bilirkişi raporundan sonra artırdığı alacak talebinin zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin yorumun başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığında orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”
Kararda ayrıca; “Türk hukukunda belirsiz alacak davasına ilişkin düzenlemenin kabulünden önceki döneme ilişkin olarak açılan kısmi davalarda başvurucuların zararın miktarını dava tarihi itibarıyla öğrenebilmelerinin kendilerinden beklenemeyeceğine dair AİHM’in ihlal kararlarına da dikkat çekilmiştir.”
Sonuç olarak “başvurucunun iş kazası nedeniyle maluliyet durumunun dava açıldığı tarihte belirli olmadığı, yargılama sırasında olaya ilişkin alınan bilirkişi raporları neticesinde zararın bütün boyutlarıyla öğrenilebildiği anlaşılmaktadır. Nitekim başvurucu da zararın öğrenilmesinden sonra ıslah talebinde bulunmuştur.
Yer verilen tespitler ışığında başvuruya konu olay değerlendirildiğinde başvurucunun ıslaha konu dava değerinin artırılan kısmı yönünden davanın zamanaşımından reddedilmesine ilişkin uygulamanın başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığında orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”
Kararın tamamı için tıklayınız.