İŞÇİLİK ALACAKLARINDA ZAMANAŞIMI SÜRELERİ

11 min read

Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125’inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir.

YARGITAY: “KABADAYILIK YAPMA” SÖZÜ, HAKARET DEĞİLDİR.

5 min read

Sanık …’in katılana söylediği iddia ve kabul edilen “kabadayılık yapma” şeklindeki sözün, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici, kaba ve nezaket dışı davranış niteliğinde olduğu ve hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, yasal olmayan ve yerinde görülmeyen gerekçe ile mahkumiyet kararı verilmesi..

İşyeri Devri Nedir ve İsyeri Devrinde İşçi Alacaklarından Kimler Sorumludur?

9 min read

İş yeri devri 4857 sayılı İş Kanunu’nun (4857 sayılı Kanun/İş Kanunu/Kanun) 6. maddesinde;
“İşyeri veya işyerinin bir bölümü hukuki bir işleme dayalı olarak başka birine devredildiğinde, devir tarihinde işyerinde veya bir bölümünde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer.
Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür.
Yukarıdaki hükümlere göre devir halinde, devirden önce doğmuş olan ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devreden ve devralan işveren birlikte sorumludurlar. Ancak bu yükümlülüklerden devreden işverenin sorumluluğu devir tarihinden itibaren iki yıl süre ile sınırlıdır.

ÖLEN TARAFIN MİRASINI REDDETMEYEN MİRASÇILARININ, DAVAYI MECBURİ DAVA ARKADAŞI OLARAK HEP BİRLİKTE TAKİP ETMELERİ GEREKİR.

6 min read

6100 sayılı HMK’nın 55. maddesinde; “Taraflardan birinin ölümü hâlinde, mirasçılar mirası kabul veya reddetmemişse, bu hususta kanunla belirlenen süreler geçinceye kadar dava ertelenir. Bununla beraber hâkim, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, talep üzerine davayı takip için kayyım atanmasına karar verebilir.” hükmü düzenlenmiştir.
Dava devam ederken taraflardan birinin ölümü halinde, TMK’nın 28/1. maddesi uyarınca; ölen kişinin taraf ehliyeti son bulur. Bu durumda, mirasçıları da ilgilendiren, mirasçıların mal varlığı haklarını etkileyen davalar, tarafın ölümüyle konusuz kalmaz. Ölen tarafın mirasını reddetmeyen mirasçılarının, davayı mecburi dava arkadaşı olarak hep birlikte takip etmeleri gerekir.
Mahkemece, birleşen dosyaya ilişkin bilgilerin karar başlığında gösterilmemesi ve gerekçede yazılmaması 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesine uygun düşmemiş bu nedenle usul ve yasaya aykırı kararın bozulması gerekmiştir.

İspat ve İspat Yükü Nedir?

2 min read

Hâkim, davada hangi çekişmeli vakıanın ispat edilmesi gerektiğini tespit ettikten sonra bu vakıaların kimin tarafından ispat edilmesi sorusu ile karşılaşır; buna da ispat yükü denir.
İspat yükü, hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunana düşer. Kendisine ispat yükü düşen taraf için bu bir yükümlülük (mükellefiyet) değil, sadece bir yüktür külfettir)

Yargılama giderlerinin tarafların haklılık oranlarına göre paylaştırılması zorunludur

17 min read

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “Yargılama giderlerinden sorumluluk” başlıklı 326. maddesinde,
“(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.
(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.
(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda belirtilen düzenleme uyarınca, yargılama giderleri kural olarak, davada haksız çıkan yani aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilir (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) 417 ve HMK 326. maddeleri).

Para yatırmaya giden müşterinin bankada çalınan parasından banka sorumludur.

Bir güven kurumu olarak, basiretli tacir gibi davranması gereken bankalar, 818 sayılı BK’nın 99/2 ve 6098 sayılı TBK’nın 115/3 madde ve fıkraları uyarınca objektif özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesinden kaynaklanan hafif kusurlarından dahi sorumlu olup, banka olmaları nedeniyle de diğer tacirlere nazaran bütün hukuki ilişkilerinde daha yüksek özen borcu altındadırlar. Banka ile müşterisi arasındaki bankacılık işlemleri herşeyden önce güven unsuruna dayanmaktadır.
Davacının parasının, davalı Banka’nın sorumluluk alanı içerisinde çalınması nedeniyle davalının gerekli güvenlik tedbirlerini yeterince aldığından söz edilemeyeceğinden, mahkemenin bu konuda aksi yöndeki kabulü doğru bulunmamaktadır. Kaldı ki, davalının henüz sözleşme kurulmadan önce de, sözleşme hazırlığı aşamasında, akidinin malını koruma yükümlülüğü mevcuttur.

Unutulma Hakkı ve Kişisel Verilerin Korunması

27 min read

Unutulma hakkı, bireyin çerçevesi ulusal ve uluslararası metinlerle çizilen her türlü kişisel verinin korunmasını sağlayan bir haktır. Kişisel verilerin kişinin rızası dışında yayılması sonucunda kişinin temel hak ve özgürlüklerinin tamamı doğrudan etkilenmektedir.Unutulma hakkı bir yandan kişiye “geçmişini kontrol etme”, “belirli hususların geçmişinden silinmesini ve hatırlanmamayı isteme hakkı” sağladığı gibi, diğer yandan muhataplarına kişi hakkındaki bir kısım bilgilerin üçüncü kişilerin kullanmamasını veya üçüncü kişilerin hatırlamamasına yönelik önlenmeleri alma yükümlülüğü yükler.
Unutulma hakkının; bireylerin fotoğraf, internet günlüğü gibi kendileri hakkındaki içerikleri silmek için üçüncü şahısları zorlamayı içermesinin yanında geçmişteki cezalarına ilişkin bilgilerin veya haklarında olumsuz yorumlara neden olabilecek bilgi ve fotoğraflarının kaldırılmasını isteme hakkını tanıdığı kabul edilmektedir. Diğer taraftan bu hak, bireyin geçmişindeki belirli yönlerinin mümkün olmayacak biçimde hatırlanmaması için önlemler alınmasını gerektirmektedir.6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Hakkındaki Kanunu’nun 3. maddesinde; kimliği belirli yada belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi kişisel veri olarak nitelendirilmiştir.

Boşanmada kusur unsuru tespit edilmiş ise bu husus sonradan istenecek yoksulluk nafakası için kesin hüküm ve bunun sonucu olarak kesin delil oluşturur.

11 min read

Dava konusu uyuşmazlık hakkında bir kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.
Kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır.
Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar (HUMK. madde 236; HMK. madde 188), senet (HUMK. madde 287; HMK. madde 193), yemin (HUMK. madde 337; HMK. madde 228) ve kesin hükümdür (HUMK. madde 237; HMK. madde 303).
Kesin hüküm de, aynı konuda daha sonra açılan davada kesin delil oluşturur (Baki Kuru, age., C. II, s. 2034 vd).
Kesin hüküm, şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm, olmak üzere ikiye ayrılır.
Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler (Örneğin HUMK. m. 427; HMK. m. 361).
Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme yoluna gidilip de bu istem reddedilmişse veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.

Zorunlu dava arkadaşlığında bütün dava arkadaşlarına birlikte husumet yöneltilmesi gerekirken, ihtiyari dava arkadaşlarının davaya dâhil edilmesi yoluyla davalı sıfatı kazanması mümkün değildir.

28 min read

Dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı (veya benzer) sebepten doğmuş olması, hallerinde birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi birlikte aleyhlerine de dava açılabilir.
Zorunlu dava arkadaşlığında bütün dava arkadaşlarına birlikte husumet yöneltilmesi gerektiğinden, yanlış gösterilen kişiler varsa davacıya diğer mecburi arkadaşlarını davaya dâhil etmesi için süre verilmesi gerekmekte ise de ihtiyari dava arkadaşlarının davaya dâhil edilmesi yoluyla davalı sıfatı kazanması mümkün değildir.
Bazı hâllerde ise birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı hâlde kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için, birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez (HGK, 03.07.2013 tarih ve 2012/21-699 E., 2013/1029 K. sayılı ilamı).

MAHKEMECE ADLİ YARDIM TALEBİNİN REDDİ VE GİDER AVANSININ İKMALİ YÖNÜNDE KURULAN KARARIN, SUÇÜSTÜ ÖDENEĞİNDEN MASRAFI KARŞILANMAK SURETİYLE, TEBLİĞ EDİLMESİ ZORUNLUDUR.

14 min read

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 114/1-g maddesinde gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir. “Harç ve avans ödenmesi” başlıklı 120. maddede ise; “Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır.
Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir.” düzenlemesi bulunmaktadır.
Dava şartı noksanlığının giderilmesi için mahkemece verilen kesin süre içerisinde bu şart yerine getirilmezse dava HMK’nın 115/2 maddesi uyarınca usulden reddedilir.
Kural, dava açılırken gerekli masraf ve harçların ödenmesi olmakla birlikte; 03.04.2012 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan mülga Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği’nin “Harç, gider avansı ve delil avansının ödenmesi” başlıklı 45. maddesinin ikinci fıkrasında bu kurala istisna getirilmiş ve adli yardım talebiyle açılan dava ve işlerde adli yardım konusunda bir karar verilinceye kadar harç, gider ve delil avansı alınmayacağı düzenlenmiştir.
Başlangıçta kendisinden alınmayan masrafları adli yardım talebinin reddi nedeniyle ödemek durumunda kalan kişiden, bu karardan haberdar olmadığı müddetçe eksikliği gidermesi beklenemez. Kaldı ki eksikliğin ikmali doğrultusunda kesin süre verilip bu süreye ilişkin ara karar hukuki anlam ve neticelerini ihtiva eden ihtarla ilgilisine ulaştırılmadan, eksikliğin verilen sürede ikmal edilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi evrensel normlarla korunan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının ihlâli sonucunu doğuracaktır.

Tüketici, cayma hakkı konusunda gerektiği şekilde bilgilendirilmezse, cayma hakkını kullanmak için on dört günlük süreyle bağlı değildir.

5 min read

6502 sayılı Tüketici Yasasının 48. maddesinde mesafeli satış sözleşmeleri düzenlenmiştir. İlgili maddenin 4 fıkrasında “Tüketici, on dört gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin sözleşmeden cayma hakkına sahiptir. Cayma hakkının kullanıldığına dair bildirimin bu süre içinde satıcı veya sağlayıcıya yöneltilmiş olması yeterlidir. Satıcı veya sağlayıcı, cayma hakkı konusunda tüketicinin bilgilendirildiğini ispat etmekle yükümlüdür. Tüketici, cayma hakkı konusunda gerektiği şekilde bilgilendirilmezse, cayma hakkını kullanmak için on dört günlük süreyle bağlı değildir. Her hâlükârda bu süre cayma süresinin bittiği tarihten itibaren bir yıl sonra sona erer. Tüketici, cayma hakkı süresi içinde malın mutat kullanımı sebebiyle meydana gelen değişiklik ve bozulmalardan sorumlu değildir
Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliği’nin 9. maddesinin 2. fıkrasında; “Cayma hakkı süresi, hizmet ifasına ilişkin sözleşmelerde sözleşmenin kurulduğu gün, mal teslimine ilişkin sözleşmelerde ise tüketicinin veya tüketici tarafından belirlenen üçüncü kişinin malı teslim aldığı gün başlar…” hükmü düzenlenmiştir

AVUKATIN UYAP’A TANIMLI HESABINDA, HACZİ KABİL OLMAYAN PARALAR İLE HACZİ MÜMKÜN OLAN PARALARIN AYNI HESAPTA TOPLANMASI VE BİRBİRİNE KARIŞTIRILMASI HALİNİN HACZEDİLMEZLİK HAKKINDAN FERAGAT OLARAK KABUL EDİLMESİ GEREKİR.

9 min read

Serbest avukat olarak çalışan davacının müvekkilleri adına Mahkemelerce ve İcra Dairelerince para yatırılmak üzere açılmış UYAP’a tanımlı olan bir hesap olduğu tartışmasız ise de; anılan hesapta Mahkemeler ve İcra Dairelerince davacının müvekkilleri adına yatırılan paraların yanında, davacının şahsına ait vekalet ücretleri ve bizzat yatırılan paraların da bulunabileceği dikkate alınmalı, haczedilmezlik için “fiilen mesleği için kullanılma” koşulunun varlığı aranmalı, avukatın mesleğinde kullandığı bir hesabın haczedilmezliğinin ancak fiili durumunun tespiti ile mümkün olduğu, bu konuda ispat yükünün ise davacıda olduğu, bir diğer anlatımla, haczedilen hesabın mesleğinden kaynaklı harcamalar için kullanıldığını davacının ispatlaması gerektiği,
Haczi kabil olmayan paralar ile haczi mümkün olan paralar karıştırılmak suretiyle bir havuz hesabı oluşturulmuşsa bu durumun iyi niyetle bağdaşmayacağı, böyle bir davranışın AİHM’nin AİHS’nin 6 § 1. ve Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddelerinin ihlali sonucunu doğuracağı gibi, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde de bulunduğundan hukuk düzenince korunamayacağı,
Şahıslar tarafından haczi kabil olmayan paralar ile haczi mümkün olan paraların aynı hesapta toplanması ve birbirine karıştırılması halinin haczedilmezlik hakkından feragat olarak kabul edilmesi gerektiği dikkate alınarak…

AYM: Alacak davasında yargılamanın 6 yıl 1 ay sürmesi ‘Makul Sürede Yargılanma Hakkı’nın İhlalidir

6 min read

Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki 6 yıl 1 aylık yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.