Anayasa Mahkemesi; Sanığa HAGB’yi kabul edip etmediği mahkumiyet hükmü okunduktan sonra tefhim/tebliğ yoluyla sorulmalıdır.

Anayasa Mahkemesi Atilla Yazar ve diğerleri (B. No: 2016/1635) başvurusunda, sanığa HAGB’yi kabul etmediği mahkumiyet hükmü okunduktan sonra tefhim/tebliğ yoluyla sorulması gerektiğine karar vermiştir.

İLGİLİ;

➡️ HAGB Vekalet Ücreti

➡️ HAGB  Kararı Alan Kişi Memurluktan Çıkarılabilir mi?

➡️ HAGB kararı hukuk hakimini bağlar mı?

➡️ Avukat sanık adına hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair beyanda bulunabilir mi?

➡️ Sanığın yokluğunda verilen HAGB kararının mernis adresine doğrudan T.K’nun 21/2. maddesine göre tebliğ edilmesi halinde süresinin işlemeye başlar mı?

➡️ Hükmün Açıklamasının Geri Bırakılması Kararı Hukuk Hakimini Bağlar mı?

Anayasa Mahkemesi 05.07.2022 tarihinde, Atilla Yazar ve diğerleri (B. No: 2016/1635) başvurusunda Anayasa’nın 26. ve 34. maddelerinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi, HAGB kararlarına karşı itiraz yolunun etkinleştirilmesi ya da istinaf/temyiz yolunun açılması gerekli olduğunu belirtmiştir.

Anayasa Mahkemesi Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması uygulanan müdahalelerin “kanunilik kriterini” taşımadığına ve bu kurumun yeniden düzenlenmesi gereğine işaret ederek ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında örnek bir karar vermiştir.

Usul İstismarının Kaynaklarından Bir Diğeri: Sanıkların HAGB’yi Kabule İlişkin İrade Beyanlarının Alınması Usulü

➡️ Kanunda belirtilen koşulların gerçekleşmesine karşın sanığın kabul etmemesi hâlinde HAGB kararı verilemez. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasına 22/7/2010 tarihinde eklenen “Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.” biçimindeki cümlenin amir hükmü bu yöndedir (bkz. § 66). Bu tarihten önce HAGB kararının verilebilmesi için sanığın rızası aranmamakta; sanığın mahkûmiyetine karar veren mahkeme, koşulları oluşmuşsa resen HAGB kararı vermektedir.

➡️ Bir Cumhuriyet savcısınca hazırlanıp sunulan bir iddianamenin 5271 sayılı Kanun’daki şartları taşıdığı kanaatine varan ceza mahkemesi tarafından aynı Kanun’un 174. maddesine göre iddianamenin kabulü kararı verilir. Bu karar teorik olarak hâkimin savcının sunduğu delillerin bir yargılamayı temin etmeye yeterli olduğuna ikna olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla iddianamenin ceza mahkemesince kabul edilmesiyle birlikte sanık üzerinde -ceza alma ihtimali nedeniyle- belirli derece bir baskı oluşacağı kabul edilebilir. Nitekim HAGB taleplerinin de böyle bir korku ortamında zorlamayla alındığı ileri sürülmüştür.

➡️ Söz konusu baskıyı artıran bir başka önemli etmenin ise sanıkların haklarında HAGB kararı verilmesine muvafakat gösterip göstermediklerinin duruşmanın henüz başında ve çoğu kez savunması alınırken sorulması olduğu ileri sürülebilir. Gerçekten de yargılama henüz sonuçlanmadan önce iradesini ortaya koymasının istenmesi, kendisini güvenceye almak isteyen sanığın henüz deliller ortaya konulup tartışılmadan bir tür ihtimal hesabına girişmesine ve bilinmezlik içinde iradesini açıklamasına neden olabilecektir. Bu durumun da sanıkların temel hak ve özgürlükleriyle ilgili konularda henüz duruşmanın başında haksız bir baskı oluşturduğunu söylemek mümkündür.

➡️ Nitekim hâkim duruşmanın başında delillerin henüz ortaya konulmadığı bir aşamada sanığa gelecekte verilmesi muhtemel bir hükmün açıklanmasının ertelenmesini isteyip istemediğini sormaktadır. Ancak bu durumda sanığın ne esasına ne de ayrıntılarına dair bir bilgiye sahip olduğu bir hükmün açıklanmasını isteyip istemediğine ne şekilde karar vereceği tamamıyla belirsizdir. Henüz verilmemiş ve açıklanmamış bir hükmün açıklanmasının ertelenmesini isteyip istemediği sorulan sanık hiçbir şüphenin aydınlatılmadığı bir aşamada, kendi yargılama sonucunu tahmin edip henüz aydınlatılmamış bir iradeyle beyanda bulunmak zorunda bırakılmaktadır. Bu noktada sanık âdeta kendi hayatı hakkında olasılıklar üzerinden “kumar oynamaya” mahkûm edilmektedir. Oysa Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyinin 24/7/2002 tarihinde kabul ettiği 2002/12 sayılı onarıcı adalet programlarının ceza konularında kullanılmasına ilişkin Birleşmiş Milletler temel ilkelerinin (c) bendi gereğince (bkz. § 87) “fail onarıcı sürece katılmaya veya onarıcı sonuçları kabul etmeye zorlanmamalı veya adil olmayan yöntemlerle buna teşvik edilmemelidir.”

➡️ Kendisinden -şartlı biçimde- ileride hakkında mahkûmiyet kararı verilecek olursa HAGB’ye muvafakati sorulan sanık, HAGB’yi kabul etmenin mahkeme üzerinde suçu işlediğini kabul ettiği yönünde bir kanaat oluşturacağını ve bu iradesinin istismar edilebileceğini veya yüklenen suçu işlemediğini düşündüğü için teklifi reddedebilir. Bu durumda sanığın hâkimde peşinen suçlu olduğunu kabul ettiği öngörüsü uyandıracak davranışlardan uzak durması da oldukça muhtemeldir. Oysa bu durum sanığın serbestçe savunmasını yapma hakkını ortadan kaldırmakta ve onu âdeta bilinmeyen seçenekler arasında kahramanlık yapmaya zorlamaktadır.

Tüm bunların yanında Anayasa Mahkemesinin adil yargılanma hakkının güvencelerinin HAGB dosyalarında istismar edilmesine ilişkin yukarıda yaptığı değerlendirmeler, HAGB uygulanmasını yargılamanın henüz başında kabul eden sanıklar hakkında derece mahkemelerinin yargılamanın sonraki aşamalarında adil yargılanma hakkının neredeyse bütün güvencelerini askıya almalarına yol açtığını açıkça göstermektedir. Diğer bir ifadeyle mevcut durumda sanıkların yargılamanın en başında alınan irade beyanlarıyla hissettikleri baskıyı adil yargılanma hakkının çeşitli güvenceleriyle telafi edecek bir sistemin bulunduğundan söz etmek mümkün değildir. Bu bakımdan mevcut sistemde haklarında HAGB kararı verilmesini henüz duruşmanın başında kabul eden sanıkların bu irade beyanlarının da istismar edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Somut başvurularda silahların eşitliği, savunma hakkı, müdafi yardımından yararlanma hakkı ve gerekçeli karar hakkı başta olmak üzere adil yargılanma hakkının çeşitli güvencelerine aykırı davranılması sonucu verilen HAGB kararlarıyla başvurucuların ifade özgürlükleri veya toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına müdahalede bulunulduğu kabul edilmiştir. Bu çerçevede başvurucular hakkında ayrı ayrı cereyan eden yargılama süreçleri sonucunda verilen HAGB kararlarıyla gerçekleşen müdahalelerin kanunilik ölçütünü karşılayıp karşılamadığının belirlenmesi gerekmektedir.

Mevcut yasal düzenlemeler, HAGB kurumunun uygulanmasından kaynaklanan sorunları gidermeye yetmemekte; başvurucuların ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı gibi çeşitli temel hakları üzerinde oluşan caydırıcı etkiyi sistemsel olarak giderememektedir. Nitekim görülmektedir ki ne 5271 sayılı Kanun’da HAGB kurumuna ilişkin yapılan yasal değişiklikler ne Yargıtayın konuya ilişkin içtihatları ne de ilk derece mahkemelerinin uygulamaları kararda ayrıntılı biçimde ortaya konulan sorunları ortadan kaldırmakta yeterli olmuştur.

Bir bütün olarak HAGB kurumunu oluşturan mevzuatın başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin sürekli ihlallerine yol açan yapısal sorunlar ihtiva ettiği ve söz konusu sorunların kanun koyucunun düzenlemesi dışında bir yolla -söz gelimi yargı organlarınca yapılan yorumlarla- ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Mevcut durumda ilk derece mahkemeleri ve Yargıtay, başvuruya konu tüm kararlarda uygulama alanı bulan HAGB kurumunun başvurucuların Anayasa’nın 26. ve 34. maddeleri ile korunan anayasal haklarına yönelik ihlallerinin önüne geçememiştir.

Anayasa Mahkemesi yaptığı tüm değerlendirmeler sonucunda eldeki başvurulara konu HAGB kurumunun uygulanmasından kaynaklanan müdahalelerin kanunilik ölçütünü sağlamadığı kanaatine ulaşmıştır.

Anayasa Mahkemesi  Atilla Yazar ve diğerleri (B. No: 2016/1635) Kararının Tamamı İçin Tıklayınız.

Editör http://sanalhukuk.org

Güncel ve Güvenilir Hukuki Bilgi

Daha Fazla

+ There are no comments

Add yours